Türkiye’nin 1987’de AT’ye tam üyelik başvurusu yapmasından sonra artan batılılaşma isteği ve demokrasiyi yeniden tesis etme arzusu ile birlikte AT’nin Türkiye siyasetine özellikle de iç işlerine karışması, (diğer bir bakış açısıyla Türkiye’nin yukarıda bahsettiğim istek ve arzularına karşı ön koşul oluşturması) Türkiye seçkin kesiminde hoş karşılanmadı ve Avrupa ülkelerinin samimiyetinin sorgulanmasına sebep oldu.
Askeri darbe sonrası Türkiye’de ortaya çıkan otoriter rejim doğal olarak AB’ye üye ülkelerin Türkiye’nin birliğe girip girmemesi konusunda karamsar bir tablo çizmesine yol açtı diyebililiriz. Bu darbe ortamından yapılan başvuruda Türkiye tarafı, siyasi konjonktürün böylesine anti demokrat olduğu ve insan haklarının ihlal edildiği bir ortamda kabul edilmesinin pek mümkün olmayacağını tahmin edecekti ki bu başvuru aslında bir dizi siyasi ve yasal reformların yapılmasına yol açtı. Avrupa Parlamentosu’nun bazı raporlarında da görüleceği üzere, Türkiye’nin topluluğa alınmak istenmemesinin sebebi sadece iç işlerindeki istikrarsızlık değildi, onlara göre Kürt sorunu, (Burada Kürt sorununu dış işleri safında değerlendirmemin sebebi dönemin Kürt diasporasının Ermenilerle birlikte Avrupa tabanında geniş yankı bulmasıdır.) Ermenistan’la yaşanan siyasi gerginlikler ve Yunanistan’la geçmişte yaşanan Kıbrıs sorununun devam eden etkisi olarak yorumlanabilir.
Burada yerel halkta olduğu gibi Türk siyasi kanadında da büyük bir ikilem söz konusuydu; muhafazakar- merkez sağ diyebileceğimiz partiler (AP, MHP, MSP) Avrupa’nın üyelik vaadiyle, veya masalıyla, ülkeyi uyuttuğunu düşünüyor; hatta bu bahaneyle kendilerinde iç işlerine karışma meşruiyetini bulduklarını bile dile getiriyordu. Diğer kanatta bulunan merkez sol kanadı ise bu kriterlerin uygulanması gerektiğini, bu kriterlerin uygulanmasının demokratikleşme adımları için de gerekli ve faydalı olabileceğini düşünmesiyle iyice belirginleşti.
Bu tartışmalardan sonra bir dizi yasal reformun yapılması uygun bulundu. Hiç şüphesiz ki bunların en önemlileri arasına girecek olan reform Türk vatandaşlarının AİHM’e (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi) başvuru hakkının verilmesiydi. Bu ve buna benzer birçok reformla beraber rüzgarı arkasına alan Turgut Özal ANAP’ı, beklenmedik bir şekilde tam üyelik başvurusunu yapmış, ardından bu ‘erken’ başvurunun kabul edilmemesi üzerine ‘neden kabul edilmediği hususunda’ düşünülmeye başlanmıştır. Kıbrıs sorunu, PKK-Ordu çatışması, Ermenistan meselesi gibi birçok sorunla cebelleşen Türkiye’de; bir de 1999 Depremi (Gölcük) yaşanmış, AT başvurusu meselesi bir ileri iki geri devam etmiştir. 2002’de Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) tek başına iktidara gelmesi ve yaptığı pozitif açıklamalarla yabancı basında sempati uyandırması, dikkatleri tekrar Türkiye-AB ilişkilerine çekmiş, ilişkilerde adeta sıfırdan yeni bir sayfa açılmıştır. Bunlara ilerleyen haftalarda değineceğiz.