AİK Yazılar En Büyük Ada En Küçük Kıta

En Büyük Ada En Küçük Kıta

Categories:

 Avustralya’daki ilk insan yerleşimlerinin 42.000 ila 48.000 yıl öncesinde ortaya çıktığı tahmin edilmektedir. İlk Avustralyalılar, kıtanın yerlisi olan günümüzdeki Aborjinlerin atalarıdır. Adada yaşayan diğer bir yerli halk olan Torres boğazı yerlileri, etnik olarak Malezya kökenlidir. Avustralya ismi Latince ‘güneyden, güneye ait olan’ anlamına gelen ‘Australis’ kelimesinden türetilmiştir. 14 Mayıs 1606’da, Vanuatu’ya ayak basan İspanyollar, kıtayı ‘Austrialia del Espiritu Santo’ şeklinde adlandırmıştır. Kaptan James Cook, 1770’de, Avustralya’nın doğu kıyılarının haritasını çıkarmış ve buraları İngiliz topraklarına kattığını ilan etmiştir. Avustralya yerlilerinin yani Aborjinlerin nüfusunun, Avrupalıların kıtaya yerleşmeye başladığı sıralarda 350.000 civarıdır. İlk başlarda burayı bir açık hava ceza evi gibi kullanan İngilizler buraya adam öldürme, büyücülük gibi vs. hükümlüleri getirmişlerdir. Geldiklerinde yerli halkla savaşmışlardır. Lakin Aborjinler bu ilk saldırıları püskürtmeyi başarmışlardır. 19. yüzyılın ortalarına doğru buradaki büyük altın yatakları keşfedilmiş ve buraya suçluların dışında altın çıkarmak için de çok büyük göçler olmuştur. Bu göçlerin ardından Aborjinlere karşı sadece bir savaş değil tam manasıyla soykırım hareketi başlamıştır. Hatta Aborjinlerin kafası başına para konulmuş ve tabiri caizse Aborjin avları yaşanmıştır. Nüfüs iyice artmış ve de artık ana kara ile bağı olmayan bir nesil oluşmuştur. Bunlar kendilerine İngiliz değil Avustalyalı demeye başlamışlardı. Zamanla devlet ihtiyacı hasıl oldu ve 1855-1890 yılları arasında, altı koloni özerk hükümet kurma hakkını kazanmıştır. Artık koloni olmaktan çıktıklarını düşünseler dahi gerçek anlamda özgürlüklerini 1. Dünya Savaş’ından sonra kazandılar. Bu savaşlar esnasında Yeni Zellanda ile bir görülen Avustalya askerlerine Anzak deniyordu. Bu savaş esnasında bir hayli de kayıp verdiler. Bu gün dünyanın en küçük kıtası, en büyük adası olarak yaşamlarına tek bir devlet halinde devam ediyorlar.

C:\Users\aratm\Downloads\deniz hıyarı.jpg

Peki ya adaya Aborjinlerden sonra ilk gidenler Avrupalılar mıydı? Hayır. Endonezya’nın Makassar bölgesindeki Müslüman balıkçılar ile Aborjinler deniz hıyarı ticareti yapıyorlarmış lakin Makassalılar’ın tam olarak ne zaman geldikleri bilinmiyor ancak mağara resimlerinin üzerine bindirilmiş balmumu figürlerinin radyokarbon tarihlemesi, bunun çok daha erken olduğunu gösteriyor – figürlerden birinin 1664’ten önce, belki de 1500’lerde yapılmış olduğu anlaşılıyor. Melbourne Monash Üniversitesi’nden antropolog John Bradley’e göre Makassanlar, Avustralya’nın uluslararası ilişkiler alanındaki ilk girişimini temsil ediyor ve bu bir başarıydı. “Birlikte ticaret yaptılar. Adildi – ırksal yargılama, ırk politikası yoktu” diyor.  İngiltere ise ülkeyi terra nullius -kimseye ait olmayan toprak- olarak belirledi ve bu nedenle, yerli halkın toprakları üzerindeki haklarını herhangi bir antlaşma yapmadan veya tanımadan ülkeyi sömürgeleştirdi. Yani Müslümanlar ile İngilizlerin , Avutralya’ya bakış açıları tamamen zıttı. Müslümanlar ile Aborjinler arasında da pek tabi olarak kültürel etkileşimler yaşandı. Antropolog John Bradley “Kuzeydoğu Arnhem Land’e giderseniz şarkıda İslam’ın bir izi vardır, resimde vardır, dansta vardır, cenaze törenlerinde vardır” diyor. Aborijin ile Makassan deniz hıyarı ticareti, ağır vergilendirme ve beyaz olmayan ticareti kısıtlayan bir hükümet politikası nedeniyle 1906’da sona erdi.

Günümüzde Avustralya, AB’nin en önemli 20 ticarî ortağı arasındadır. Bununla birlikte AB %13,5 oranıyla Avustralya’daki en büyük dış yatırımcılarından biri konumundadır. İki taraf arasında imzalanan serbest ticaret anlaşması, ekonomik ilişkilerin gelişmesine katkı sunmaktadır. Taraflar ayrıca terörle mücadele ve siber güvenlik alanında işbirliği öngören anlaşmalara imza atmıştır. Güvenlik alanında ayrıca Asya-Avrupa Buluşması ve ASEAN Bölgesel Forumu gibi uluslararası yapılarda birlikte çalışmaktadır. Bu açıdan güvenlik, gelişmesi beklenen ikili ilişkilerde önemli bir boyut olarak öne çıkmaktadır. Avrupa Birliği’nin bölgeye bakışı, istikrarın sürdürülmesi yönünde benzerlik göstermektedir. Bölge ülkeleriyle yoğun ticarî ilişkilere sahip olduğundan AB, Güney Çin Denizi’ndeki gerilimin tırmanması durumunda ekonomik çıkarlarının bundan zedeleneceğini ön görmektedir. Söz konusu risk algılamasını AB’nin AB Komisyonu’nun resmî dış politika belgelerinde de görmek mümkündür. Güney Çin Denizi’nde mal akışının aksamasının, AB’yi hem ithalat hem de ihracat açısından olumsuz etkileyeceği değerlendirilmektedir. Bu bağlamda, Fransa ve Birleşik Krallık’tan bölgeye istikrarın korunması için deniz gücü gönderilebileceği mesajları gelmiştir. Avustralya’nın bölge stratejisinin AB ile örtüştüğü, bu açıdan, stratejik çıkarlarını gözetmek adına bu iki aktörün işbirliğini derinleştirmesi gerekmektedir. C:\Users\aratm\Downloads\ab ve avustralya.jpg

İki tarafın da Asya-Pasifik stratejisi bölgesel barış ve istikrarın korunarak ticaretin geliştirilmesi yönündedir. Bu açıdan, güvenlik temelli ortaklıkların hayata geçmesi iki tarafın da çıkarları dahilinde olacaktır. Ayrıca etkisini artıran Çin kaynaklı yatırımların izlenmesi de bir başka potansiyel işbirliği alanıdır. Avustralya’nın dış politikası, ulusal güvenliği koruyup geliştirmek ve üretken ve ticari ilişkiler için mümkün olan en uygun ortamı sağlamak üzerine yoğunlaşmıştır. Avustralya’nın en yakın müttefiki ile en önemli ticaret ortağının farklı ülkeler olması ve bu ülkelerin de stratejik bir rekabet içinde bulunması, Avustralya’yı bir gün ABD, Çin veya AB arasında seçim yapmak durumunda bırakabilir. Son zamanlarda Japonya, Güney Kore ve Çin ile ticari ilişkileri en çok geliştiren Avutralya bölgenin bir diğer yükselen gücü olan Hindistan’ı da es geçmiyor. Hindistan konusunda da Çin ile olan dengeyi hassas bir şekilde götürmeye özen gösteriyor. 

Sonuç olarak, Avustralya örneği bize şunu öğretmektedir; bir ülkenin zengin ve diğerlerinden oldukça uzak olması güven içinde olduğu anlamına gelmemektedir ve de ülkede birçok din ve ırk varken bunların birbirlerine düşmeleri sonucu herkes çok büyük zarar görür. Bu doğrultuda beraber yaşayıp ve bulundukları coğrafya üzerindeki hassas politikaları çok iyi yönetmeleri gerekmektedir.

Yorum Yapın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir