İnsanların ilk kez yaklaşık 6.000 yıl önceki Cilalı Taş Devri’nde bu bölgeye yerleştikleri bilinmektedir. Hong Kong’a yerleşen ilk insanlar, kısmen deniz kıyısında yaşayan bir halktı, ve günümüz Çin’in iç bölgesinden buraya göç edip, yanlarına da pirinç tarımı bilgisini getirmişlerdir.
Qin Hanedanı, yerli Baiyue kabilelerini fethettikten sonra MÖ 214’te Hong Kong bölgesini Çin’e ilk kez dahil etti. Bölge, Qin Hanedanı çöküşünden sonra Nanyue krallığı (Vietnam’ın bir önceki devleti) altında konsolide edildi,Han fethinden sonra da Çin tarafından yeniden ele geçirildi. Çin’in 13. yüzyıldaki Moğol fethi boyunca Güney Song hanedan ailesinin rezidansı, Song’un 1279 yılı Yamen Muharebesi’nde en sonunda yenilgiye uğramasından önce, kısa bir süre için günümüz Kowloon City (Sung Wong Toi sitesi)’de yer aldı. Yuan Hanedanı’nın sonunda yedi büyük aile bölgeye yerleşmiş ve toprağın çoğunu kendi eline almıştır. Ming Hanedanı boyunca buraya yakın bölgelerden insanlar Kowloon’e göç etti.
Günümüz Hong Kong’un bulunduğu toprağı ziyaret etmiş ilk Avrupalı, 1513 yılında gelmiş Portekizli kâşif Jorge Álvares’tir.Portekizli tüccarlar, Hong Kong sularında Tamão adında bir ticaret merkezi kurdu ve güney Çin ile düzenli olarak ticarette bulunmaya başladı. 1520’lerdeki askeri çatışmalar sonrasında bu tüccarlar bölgeden kovuldu, ancak 1554 Çin-Portekiz Anlaşması imzalandıktan sonra, Çin ile Portekiz arasındaki ticarî ilişkiler yeniden başladı. 1557 yılında Portekiz, Makao’yu daimi bir kira anlaşması altında yönetme hakkını kazandı.
Çin’in Çing Hanedanı yönetimine girmesinden sonra deniz ticareti Haijin politikalarınca yasaklandı. İmparator Kangxi bu yasağı kaldırdı ve 1684’te yabancıların Çin limanlarında ticaret yapmalarına tekrar izin verildi. Çing yetkilileri ticareti daha sıkı şekilde yönetmek için 1757 yılında Kanton Sistemi’ni kurdu; bu sistem altında Rus gemileri haricindeki yabancı gemilerin sadece Kanton limanında ticaret yapmalarına izin verildi. Avrupalıların çay, ipek ve porselen gibi Çin mallarına yüksek talebi olmasına rağmen, Çinlilerin Avrupa mallarına talebi yok sayılabilecek kadar azdı; bu nedenle Çin malları ancak değerli metallerle satın alınabilirdi. Bu ticaret dengesizliğini azaltmak için Britanyalılar, Çin’e büyük miktarlarda Hint afyonunu sattı. Bir uyuşturucu kriziyle yüz yüze gelmiş Çing memurları, afyon ticaretinin sonlandırılması için giderek agresifleşen tedbirler aldı.
1839 yılında İmparator Daoguang, afyonu yasallaştırma ve vergilendirme önerileri reddetti ve emperyal komisyon üyesi Lin Zexu’yü afyon ticaretini yok etme göreviyle emretti. Lin’in afyon stoklarını imha ettirmesi ve tüm dış ticareti sonlandırması, Britanyalıların Birinci Afyon Savaşı’nda askeri yolla karşılık vermesini tetikledi. Çing, savaşın erken bir noktasında teslim oldu ve Chuenpi Sözleşmesi kapsamında Hong Kong Adası’nı devretti, ancak her iki ülke anlaşmadan memnuniyetsiz kaldı ve anlaşmayı onaylamadı. Bir yıldan fazla süren düşmanlıklardan sonra, Hong Kong Adası 1842 Nanking Antlaşması’nda resmen Birleşik Krallık’a devredildi.
1842’nin başlarında Hong Kong’un idari altyapısı hızla inşa edildi, ancak korsanlık, hastalıklar ve Çing’in düşmanca politikaları, başlangıçta Britanya’nın bu yeni kolonisine ticaret çekmesine engel oldu. 1850’lerdeki Taiping Ayaklanması boyunca zengin tüccarlar dahil olmak üzere çok sayıda Çinli mültecinin Anakara’daki kargaşalardan kaçması ve koloniye yerleşmesiyle adadaki koşullar iyileşti. Britanya ile Çing arasında afyon ticaretine ilişkin devamlı gerginlikler İkinci Afyon Savaşı’na patlak verdi. Çing tekrar yenilgiye uğradı ve Pekin Antlaşması’nda Kowloon Yarımadası ve Stonecutter’s Adası’nı da Britanyalılara teslim etmeye zorunda kaldı. Bu savaşın sonunda Hong Kong artık önemli bir ticaret merkezine dönüşmüştü. 1850’lerde ekonominin hızla iyileşmesi, potansiyel paydaşların Hong Kong’un geleceğine dair güvenlerini arttırdı ve Hong Kong’a yabancı yatırımı çekti.
Britanya, Yeni Bölgeler’i 99 yıl boyunca kiralama hakkını kazanınca koloni, daha da fazla genişledi.1911’de Hong Kong Üniversitesi, Hong Kong’un ilk yükseköğretim kuruluşu olarak kuruldu. 1924’te Kai Tak Havalimanı faaliyete geçti ve koloni, 1925-26 Kanton-Hong Kong grevinden sonra uzun süreli ekonomik gerilemeden kaçındı. 1937 yılında, İkinci Çin-Japon Savaşı’nın başında, Vali Geoffry Northcote, Hong Kong’un serbest liman statüsünü korumak için Hong Kong’un tarafsız bir bölge olduğunu ilan etti. Koloni hükûmeti, 1940’ta tüm Britanyalı kadınları ve çocukları tahliye ederek olası bir saldırıya hazırlandı. 8 Aralık 1941 tarihinde, yani Japonların Pearl Harbor Saldırısı’nı işlediği aynı günde, Japon İmparatorluk Ordusu Hong Kong’a saldırdı. Hong Kong neredeyse dört sene boyunca Japon işgali altında kaldı, ancak 30 Ağustos 1945 tarihinde Britanya, Hong Kong’u yeniden kendi kontrolü altına aldı.
İkinci Dünya Savaşı sonrasında nitelikli Çinli göçmenlerin Çin İç Savaşı’ndan kaçmasıyla, Hong Kong’un nüfusu yeniden hızlı şekilde çoğalmaya başladı ve Komünist Parti, 1949 yılında Çin anakarası üzerindeki kontrolü kazandığında daha da fazla mülteci sınırdan geçti. Hong Kong, 1950’ler boyunca sanayileşen ilk Asya Kaplanı ekonomisi oldu. Nüfusun hızla çoğalmasıyla koloni hükûmeti, altyapıyı ve kamu hizmetleri iyileştirmek için reform uygulamaya başladı. Savaş sonrası dönemde daha güvenli konut, kamu hizmetlerinde bütünlük ve daha güvenilir bir ulaşım sistemi sağlamak için toplu konut emlak programı, Yolsuzluğa Karşı Bağımsız Komisyon ve Hong Kong metrosu hepsi kuruldu.Artan işçilik ve mülk maliyetleri nedeniyle bölgenin imalat dalındaki rekabet gücü giderek azalsa da, bir hizmet ekonomisine geçiş yapıldı. 1990’ların başında Hong Kong artık küresel bir finans ve nakliye merkezi olarak kendini kanıtlamış durumdaydı. Yeni Bölgeler’in kirasının sona erme zamanının giderek yaklaşmasıyla koloni, belirsiz bir gelecekle yüz yüze geldi ve Vali Murray MacLehose, 1979 yılında Deng Şiaoping’e bu konuyu açtı. Britanya’nın Çin ile girdiği diplomatik müzakerelerin sonucu olarak Çin-Britanya Ortak Bildirisi’ne varıldı; bunun doğrultusunda Birleşik Krallık, koloniyi 1997 yılında Çin’e devretmeyi anlaştı, Çin de egemenliğin devri sonrasındaki 50 yıl boyunca Hong Kong’un ekonomik ve siyasi sistemlerini muhafaza edeceğini garanti etti. Bu transferin giderek yaklaşmasıyla, Hong Kong sakinleri arasında sivil hakların, hukuk devletinin ve yaşam kalitesinin olası çürümesine dair kuşkular uyandırıldı ve Hong Kong’dan büyük bir göç dalgası tetiklendi. Bu göç dalgasının zirvesinde, yani 1987 ile 1996 yılları arasında, bir yarı milyondan fazla insan Hong Kong’u terk etti. Hong Kong, 156 yıllık Britanya hakimiyetinden sonra, 1 Temmuz 1997 tarihinde Çin’e devredildi.
Egemenliğin devrinden hemen sonra, Hong Kong çeşitli krizlerden ciddi şekilde etkilendi. Hükûmet, 1997 Asya mali krizi sırasında Hong Kong doları döviz kurunu korumak için büyük miktarda döviz rezervi kullanmak zorunda kaldı; bu krizden iyileşme süreci de bir H5N1 kuş gribi salgınından ve konut fazlasından aksatıldı. Bunun ardından ise, bölgenin en ciddi ekonomik gerilemesine neden olan 2003 SARS salgını yer aldı.
Bölgenin demokratik kalkınması ve merkezi hükûmetin “tek ülke, iki sistem” ilkesine bağlılığı, egemenliğin devri sonrasındaki politik tartışmaların merkezinde yer almış konulardır. Yasama Meclisi’nin koloni döneminde uygulamış olduğu en son demokratik reformların Hong Kong’un Çin’e geri verilmesi sonrasında geri çevrilmesinin ardından Hong Kong hükûmeti, Temel Kanun’un 23. maddesi uyarınca ulusal güvenlik mevzuatı uygulama teşebbüsünde bulundu, ancak bu başarısızlığa uğradı. Merkezi hükûmetin Baş İcra seçimlerine izin vermeden önce adayların ön taramasını uygulama kararı, 2014’te Şemsiye Devrimi olarak bilinen bir dizi protestoyu tetikledi. 2016 Yasama Konseyi seçimlerinden sonra seçim kayıtlarındaki tutarsızlıklar, seçilen yasa koyucuların diskalifiye edilmesi ve Batı Kowloon yüksek hızlı tren istasyonunda ulusal yasaların uygulanması, bölgenin özerkliği hakkında daha fazla endişe yarattı. Haziran 2019’da, kaçakların Çin anakarasına iade edilmesine izin veren bir değişiklik tasarısına yanıt olarak yeniden büyük protestolar patlak verdi. Protestolar Aralık ayına kadar devam etti; protesto düzenleyicilerinin iddialarına göre, bir milyondan fazla kişi protestolara katılmış, yani bu, muhtemelen Hong Kong tarihinin en büyük ölçekli siyasi protesto hareketidir.
HONG KONG’UN SİYASETİ
İdari yapılanma;
Hong Kong, idari seviyede 18 farklı semte ayrılır, her semt de bir semt konseyi tarafından temsil edilir. Bu konseyler, hükûmete kamu tesislerinin temini, topluluk programı bakımı, kültürel tanıtım ve çevre politikası gibi yerel konular hakkında tavsiyelerde bulunur. Toplam 479 semt konsey üyeliği var; bunların 452’si yerel seçim kapsamında doğrudan seçilir. Kamu tarafından seçilmeyen diğer 27 üyelik, Hong Kong’un kenar köyleri ve kasabalarını temsil eden kırsal komite başkanlarıdır.
Hong Kong’daki mevcut durumu kavrayabilmek için 1997 yılına dönmek ve eskiden önemsiz bir balıkçı kasabası olan, ancak 18. yüzyılla birlikte peyderpey “Asya’nın incisine” dönüşen bu küçük adayı 100 yıllığına kiraladığı İngilizlerden geri alarak egemenliğini yeniden sağlamak amacıyla Çin’in hazırladığı siyasal sistemi anlamak gerekiyor. Bu siyasi sistem “Hong Kong Temel Kanunu” adı altında düzenlenmiş. Burada dikkat edilmesi gereken husus, bir toplumda sivil ve siyasi hakların korunması ile o toplumun liderlerini seçen kurumlar arasında yapılan ayrımdır. Batı liberal demokratik siyasi sistemlerinde haklar ve seçimler birbirlerini tamamlayıcı nitelikte unsurlardır ve bir makinenin iki dişlisi gibi uyum içinde çalışırlar. Hong Kong için tasarlanan ise adeta hibrit bir siyasi sistemdir: Makinenin dişlilerinden biri yoktur yahut da dişliler birbirlerinden ayrı şekilde çalışmaktadırlar. Bununla birlikte Çin, Hong Kong’da “bir ülke, iki sistem” adını verdiği bu yapılanmanın 50 yıllık garantörlüğünü de üstlenmiştir. Yani Hong Kong’un anakaranın siyasi sistemine 50 yıllık süreç içerisinde dahil edilmeyeceğini garanti etmiştir.
HONG KONG KÜLTÜRÜ
Hong Kong kültürü, Doğu ile Batı’nın bir karışımı olarak nitelendirilir. Aile ve eğitimin odaklanıldığı geleneksel Çin değerleri, ekonomik özgürlük ve hukuk devleti gibi Batı ülküleriyle bir araya gelir. Nüfusun büyük çoğunluğu etnik Çinlilerden oluşsa da Hong Kong, kendine özgü bir kimlik geliştirmiştir. Uzun zaman koloni yönetimi altında olmasından ve ekonomisi, toplumu ve kültüründeki gelişme hızının farklılığından dolayı Çin anakarasından ıraksamıştır. Ana akım kültür, Çin’in birçok farklı yerinden gelmiş göçmenlerden kaynaklanır. Bu da Britanya tarzı eğitim, ayrı bir siyasi sistem ve bölgenin 20. yüzyılın ikincisi yarısında yaşadığı hızlı gelişme tarafından etkilenmiştir. O dönemdeki göçmenlerin çoğu, yoksulluk ve savaştan kaçıyordu; bu da zenginliğe dair tutumları yansıtır; Hong Kongluların arasında öz imge ve karar vermeyi maddi çıkarlarla bağlama eğilimi mevcuttur. Hong Kong üzerindeki egemenliğin devrinden beri, sakinlerin arasındaki yerel kimlik hissi büyük oranda artmıştır: nüfusun %53’ü kendini “Hong Konglu”, %11’i ise kendini “Çinli” olarak tanımlar. Nüfusun geri kalan kısmı ise farklı karma kimlikler benimser; ör. %23’ü kendini “Çin’de yaşayan Hong Konglu”, %12’si ise kendini “Hong Kong’da yaşayan Çinli” olarak görür.
Aile onuru, aileye saygı ve erkek çocukların tercih edilmesi gibi geleneksel Çin aile değerleri yaygındır.Nükleer aile, en yaygın ev yapısıdır, ancak çok nesilli veya geniş ailelere rastlamak olağandışı sayılmaz. Feng shui gibi manevi kavramlara uyulur; büyük ölçekli inşaat projelerinde uygun bina konumlandırması ve yerleşimi sağlamak için genellikle feng shui alanında uzman danışmanlar işe alınır. Bir işletmenin feng shui’ye bağlılık derecesinin, bu işletmenin başarısını belirlediğine inanılmaktadır. Kötü ruhları kovmak için düzenli olarak bagua aynaları kullanılır, ve binalardaki dördüncü kat için “4” rakamının yerine başka bir rakamın kullanılması yaygın bir fenomendir, zira bu numaranın Kantoncadaki sesi (四, sei3), “ölüm” anlamına gelen başka bir kelime (死, sei2)ye çok benzer.
KAYNAKÇA