Bazı tarihsel olaylar vardır ki bu olaylar aslında bir yok oluşun veya bir kaotik durumun önleyicisi olma işlevi görerek hafızalarımıza kazınır ve kolay kolay da çıkmaz. Küba Füze Krizi de aslında tam olarak bu işlevde. II. Dünya Savaşı sonrası süper güç olan ABD ve SSCB arasındaki güç gösterisinin belki de tarih boyunca doruk noktası olan bu kriz, bu 2 devletle beraber müttefikleri üzerinde de etkiler bırakmıştı.
KRİZ’İN OLUŞUMU VE İLERLEYİŞİ
Olayın derinlerine inecek olursak 1959 yılına geri gidebiliriz. Fidel Castro önderliğinde gerçekleşen Küba Devrimi ile Fulgencio Batista iktidarının sonu geldi ve Küba’da Sosyalist bir rejim oluştu. Bu yeni düzen normal olarak Küba’ya yakın olan ve Batı Blokunun başını çeken Kapitalist süper güç ABD’nin hoşuna gitmedi. Batista dönemi hariç tarih boyunca genel olarak bir sürtüşme içinde olan bu iki millet yeniden karşı karşıya geldi. Ancak bu noktada ABD’nin tek hasmı Küba değildi. Karşısında Sosyalizm bayrağını dalgalandıran Doğu Blokunun lideri SSCB vardı. Bu iki süper gücün ilk büyük krizi 1 Mayıs 1960’ta ABD’ye ait U-2 casus uçağının Sovyet Hava Savunma Kuvvetleri tarafından vurulması ile başladı. Devamında da SSCB’nin Küba ile ilişkilerini geliştirmesi dünya siyasetinde birtakım endişelere yol açtı. Yeniden savaşın yaşanıp yaşanmayacağı düşüncesinin fitilini ateşleyen ikinci büyük ve asıl kriz ise 14 Mayıs 1962’de bir ABD casus uçağının Küba’da inşaatı devam eden füze rampalarını tespit etmesi ile başlamış, devamında bu füzelerin SSCB tarafından yerleştirilmesi ve SSCB’nin sürekli olarak bölgede savaş gemileri ile faaliyet göstermesi ile devam etmişti. Sosyalizm ile Kapitalizm arasındaki sürtüşmeyi bir savaşa dönüştürebilecek bir krize mı sebebiyet verecekti?
ABD, başta olan biteni hayretler içerisinde izlese de Başkan John Kennedy’nin talimatı ile Küba denizden abluka altına alındı. Lakin bu yine bir çözüm getirmeyecekti. Sovyet gemileri de bölgede faaliyet göstermeye devam ediyordu. 1945’ten bu yana devam eden sürtüşme bir dünya savaşına dönüşmek üzereydi ve kimsenin de elinden bir şey gelmiyordu. Sovyet gemilerinin faaliyetleri devam eden süreçte endişe uyandırmaya devam etti ve ABD, ilerleyen süreçte gemilerin batırılacağına dair bir ültimatom verdi. SSCB lideri Nikita Kruşçev ise bölgeye savunma silahı verdiklerini ve bundan dolayı geri çekilme emrine uymayacaklarını dile getirdi. Görünen o ki her geçen gün durum daha da içinden çıkılmaz bir hal alıyordu.
KRİZ’İN ÇÖZÜLÜŞÜ VE SONUCU
Gerilimin devam ettiği günlerde Kruşçev, Kennedy’ye yazdığı mektupta ABD’nin Türkiye’de konuşlandırılmış füzeleri sökmesi durumunda SSCB’nin de Küba’daki füzeleri sökebileceğini dile getirmişti. Bu durum gün geçtikçe artarak devam eden gerginliğin belki de ilk yumuşama aşaması olmuştu. İlerleyen aşamada iki devlet arasında devam eden görüşmelerin sonunda taraflar uzlaşıya varabildi. SSCB’nin Küba’daki füzeleri sökmesi karşılığında ABD, Türkiye’deki füzeleri söktü ve bu kriz savaşa dönüşmeden son buldu. Bu gelişme en çok NATO’nun geri kalan kısmını rahatlattı desek yeridir çünkü kriz büyümüş olsaydı ABD’nin Küba’yı abluka altına alma durumu bir işgale dönüşebilir ve devamında SSCB’de Türkiye’ye saldırabilirdi. Böyle bir durumda NATO üyeleri bir anda kendini savaş içinde bulabilirdi.
Yaklaşık 2 hafta süren bunalım sonunda SSCB’de iktidar değişikliği yaşandı. Nikita Kruşçev, serüvencilik suçlamasıyla iktidardan düşürüldü ve yerine Leonid Brejnev geldi. Aynı zamanda NATO devletleri, ABD’nin büyük kriz anlarında tek başına hareket ederek kendi görüşlerini alamayacağını anladılar. En önemli nokta ise bu kriz, Soğuk Savaş’ın doruk noktası olmuş, bu olaydan sonra taraflar daha bürokratik hareket etmeye başlamışlardır.
Kaynakça
Kaynağa ulaşmak için tıklayınız.