SÖMÜRGECİLİĞİN TARİHSEL SÜRECİ
Ortaçağ Avrupa’sında doğunun zenginliklerini ele geçirmek büyük bir tutku haline gelmişti. Avrupalılar bu hedef doğrultusunda Haçlı Seferleri’ne girişmişler, başarısız olunca da doğuya ulaşmak üzere yeni yolları keşfetmeye yönelmişlerdi. 1492 yılında da Cenevizli denizci Kristof Kolomb İspanya Krallığı’nın bayrağı altında keşif seferine çıktı. Kolomb’un hedefi kısa yoldan Asya’ya ulaşmak ve Doğu’nun zenginliklerinden pay alabilmekti. İspanya Kralı’nın kazancı ise keşfedilen yerlere sahip olmak ve Hindistan’dan getirilecek malların 9/10’nu almak idi.
Kolomb, sürekli batıya giderek doğunun zenginliklerine ulaşacağına inanıyordu. Asya kıtasına ulaşabilmek için Yeni Dünya’ya dört sefer düzenleyen Kolomb, Hindistan’a ulaştığını sanıyordu ve hayatının sonuna kadar da doğuya ulaştığına inanarak yaşayacaktı. Bundan dolayı Yeni Dünya’da karşılaştığı yerli halka Hintli adını verdi. Amerika’nın yeni bir kıta olduğunu ortaya çıkaran ise İspanya ve Portekiz Krallıkları yönetiminde Yeni Dünya’ya keşif gezileri yapan İtalyan denizci Amerigo Vespucci oldu.
Amerika kıtasının keşfinin ardından bölgenin zenginliklerini ele geçirmek ve egemenlik kurmak isteyen İspanyollar, kıtaya yönelik seferler düzenlemeye devam ettiler. Amerika’ya gelenler denizcilik mesleğiyle uğraşan İspanyol fatihlerdi. İspanyol fatihler, bir yarım yüzyıl içinde egemenliklerini Meksika’ya yaydılar.

MEKSİKA’DA SÖMÜRGECİLİK
Meksika, 16. yüzyılda İspanyollar tarafından işgal edilmeden önce, bu bölgede Aztekler olarak anılan yerli uygarlıklar bulunmaktaydı. 1325’te Tenochtitlan (günümüz başkenti Meksiko) şehrini kuran da Aztekler’dir. 1519’da İspanyollar, Meksika’daki Aztek uygarlığını tümüyle yok ettiler. Bu uygalıkların eşsiz altın heykel ve süs eşyalarını eriterek paraya dönüştürdüler. Ele geçirdikleri tüm değerli madenleri İspanya’ya taşıdılar ve küresel İspanyol İmparatorluğu’nun oluşumuna büyük katkı sağladılar. 1535’te Meksika, İspanya’nın genel valiliği haline gelmiştir. İspanyol istilası, kuzeye ve güneye doğru uzanarak 17. Yüzyıl sonuna kadar devam etmiştir.
Fatihlerin bu başarısını açıklayan nedenler koşulların uygunluğu, yerli halkların saflığı, başta da silahlarının üstünlüğüdür. Böylece İspanyollar kıtada şiddete dayalı sömürgeci bir yayılma başlatmış, dünyanın en batısında yer alan Yeni Dünya’nın zenginliklerine 300 yıl boyunca sahip olmuşlardı.
Bu dönemde Latin Amerika’nın tüm kaynakları sömürgeleştirildi. İspanyolların fetih hareketi, Amerika’nın yerli halkı için tutsaklık, yoksulluk, yıkım getiren bir sömürge düzeninin yerleşmesi anlamına geldi. Ateşli silah nedir bilmeyen, ama birçok bakımdan gelişmiş uygarlıklardan biri olan Aztekler eriyip gittiler. Fetihlerin beraberlerinde İspanya’ya götürdükleri yerli halk köle pazarlarında satıldı.
Fetih hareketlerinin sonunda sınırların genişlemiş olması, fethedilen bölgelerde idari yapılanma ve kurumsallaşmayı zorunlu hale getirdi. Bu nedenle askerlere ve kâşiflere vali veya kraliyet görevlisi gibi makamlar verildi, kısa bir süre sonra da yerleşimciler geldi. Böylece
İspanyollar, Amerika’da İspanya devlet teşkilatına benzer bir yapılanmayla bu ülkelerde teşkilatlarını –yönetimlerini- oluşturdular. Genel valiler, genel komutanlar, piskoposlar, hâkimler atamak suretiyle idareyi, göçmenleri getirerek de arazileri ele geçirdiler.
Kıtada iyice yerleşik hayat sürmeye başlayan İspanyollar, yerli halkın doğal evrimini de engelleyerek yeni bir Amerikalı topluluk oluşturmak üzere Latin Amerika’da asırlarca sürecek olan sömürge yönetimlerini kurdular.
MEKSİKADA’DA ANTROPOLOJİ VE SONUÇ
Meksika’daki antropolojinin, sömürge ve sonrası yaşanan sosyo- politik ortamdan bağımsız olmayacağını da söyleyebiliriz. Yerlilerin topraklarına el konuldu. Kısacası sömürgelerdeki durum, oldukça yıkıcıydı. Yerliler, sömürgeci devletlerin askeri ve siyasi baskısının yanında, yerli işbirlikçilerin yoğun bir ekonomik sömürüsüyle birlikte sürekli yoksullaştılar. Gelişme süreçlerinden uzaklaştırılıp kopartılarak Batı kapitalizminin varsıllık kaynağı oldular. Yani bir nevi yerel değerleri ve yaşam biçimleri baştan aşağıya değiştirilip kültürleri yok edildi denilebilir.
Özellikle Batı Avrupa ülkelerinin hırsları kıtaların işgal edilmesiyle, milyonların köleleştirilmesiyle, şiddetin artmasıyla ve geride kurbanlar bırakmasıyla sonuçlanmıştır. Bu durum, Fanon’un ifadesiyle ortadan yarılmış, ikiye bölünmüş bir dünya oluşturmuştur ve bu iki dünyanın sakinleri de farklı ‘tür’lerdir: Efendiler ve köleler, sömürgeleştirenler ve sömürgeleştirilenler, burjuva ve işçiler. Fanon, ‚Siyah Deri, Beyaz Maske‛ ismindeki eserinde bu paradigmayı günümüzdeki beyazlarla siyahların ilişkisine uyarlar. Bu anlamda Hegel’in köle-efendi diyalektiği Alexander Kojève, Sartre, Lacan gibi düşünürler ile birlikte Fanon’u da derinlemesine etkilemiştir. İnsanlar arası eşitsizliğe dayanan bu diyalektik süreç sadece efendinin tanındığı, kölenin ise tanınmadığı bu karşılıksız ilişki, köleyi insanlıktan çıkartmaktadır.
Antropologlar, 1970’li yıllarda sömürgeci anlayış eleştirilerek yerli halkların, kabilelerin, toplumların sömürgeleştirilmesini engellemek için onların mücadelelerine destek vermiştir. Verilen bu destek her zaman ‚masumane‛ olamamıştır. Tarih boyunca güçlü devletlerin bir bölgeyi kontrol etmek ve ele geçirmek amacıyla doğrudan askeri gücünü kullanabildikleri gibi istatistiki verileri, yerel topluluklara ait bilgileri de alıp sömürgeleştirmek üzere stratejiler geliştirdiği ve kültürel unsurlarını empoze ettikleri görülür. Görüleceği üzere Bolivya, Peru yâ da Meksika’nın tarihsel süreç içerisinde benzer aşamalardan geçerek sömürge konumunda bulunması buradaki yerliler açısından halen olumsuz koşullar yaratmaktadır.
KAYNAKÇA