Ukrayna-Rusya Savaşı’nın temel stratejisi, amaçlar ve çıkarlar doğrultusunda üç kola ayrılmış durumdadır. İlki ve en az karmaşık olanı, Ukrayna’nın işgale karşı bir meşru müdafaa göstermiş olmasıdır. İkincisi, Rusya’nın Batı’nın ana vatanı işgali ihtimaline karşı tampon devlet oluşturmak istemesidir. Rusya’nın Ukrayna ve Belarus üzerinde bir hegemonya kurmak istemesinin temel nedeni de budur. Sonuncusu ve en çetrefilli olanı ise NATO ve AB’nin uluslararası arenada zedelenen imajını düzeltmek istemesi ve ABD merkezli küresel sermayeye ivme kazandırma gayesinde olmasıdır. Ne var ki savaş fiilen başladıktan bir süre sonra Zelenskiy’nin NATO çağrısına Putin’in ‘’Ukrayna asla NATO ülkesi olamaz, NATO’nun füze savunma sistemlerine ev sahipliği yapamaz.’’ sözleri, ABD’nin ve NATO yönetiminin olaylar karşısında daha ılımlı bir tavır takınmasına yol açmıştır. Bu süreçte, Ukrayna’nın işgali karşısında Rusya’ya en etkili tepkiyi İngiltere vermiştir. Boris Johnson’ın ültimatomu ve sonrasında Ukrayna’ya yapılan silah ve teçhizat yardımı bu desteğin somut birer icraatidir.
Ukrayna-Rusya ilişkilerini sekiz ve on sekiz yıllık süreçte inceleyebiliriz. On sekiz yıllık sürecin öncesine de gidersek kritik dönemler furyası 1994 Ukrayna Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Kuçma’nın Cumhurbaşkanı seçilmesiyle başlıyor. Dinyeper Nehri’nin doğusu ve batısı olarak ikiye bölünmüş Ukrayna halkının ilk kutuplaşması, Kuçma ve dönemin Rus lideri Yeltsin arasında imzalanan 20 yıllık dostluk, iş birliği ve ortaklık antlaşması ile resmen başlamıştır. Bu antlaşma, Sivastopol’da bulunan Rus Donanması’nın varlığını garantiye almış ve Rusya için Kırım’ı geri alma ümidi doğurmuştur. Nitekim öyle de olmuştur.
Rusya için Ukrayna’nın öneminin siyasi ve jeopolitik olmasının ötesinde tarihi ve dini olmasının da etkisi büyüktür. Doğu Slavlarının ilk merkezi özelliğine sahip, günümüz Ukrayna, Belarus ve Rusya Federasyonu’nun batı topraklarını da içine alan Ukrayna Devleti’nin 1667 Andrusovo Barış Antlaşması’na kadar ciddi bir siyasi varlığı bulunuyordu. Bunun yanında, Hristiyan Ortodoksluk inancının ilk merkezlerinden biri olan Kiev Kilisesi de Rusya için keza aynı öneme sahiptir.
Rusya’nın bu öngörülebilen işgaline zemin hazırlayan zamanında Batı’nın Moldova ve Gürcistan işgallerine gereken tepkiyi göstermemesidir. Bunun yanında, Ukrayna’nın kendi içinde verdiği otorite ve bağımsızlık mücadelesi, ülkeyi en az dış faktörler kadar zora sokmuştur. 2010 yılında Cumhurbaşkanı seçilen Yanukoviç’in, 2013 yılında beklemede olan AB ortaklık antlaşmasını reddedip bunun yerine Rus Kredi Kurtarma Paketi’ni ve Rusya ile yakın ilişki kurmayı tercih etmesi, milliyetçi-batıcı Ukraynalılar için bardağı taşıran son damla olmuştur.
Rus Donanması’nın 2042 yılına kadar Kırım’da kalmasını öngören anlaşma resmen onaylanmıştır. O tarihten sonra yıllar öncesinden süregelen protestolar daha da alevlenmiş. 100’den fazla insanın yaşamını yitirmesiyle ve Yanukoviç’in ülkeyi terk edip Rusya’ya sığınması ile sonuçlanmıştır.
Ukrayna anakarasının demografik yapısına baktığımızda düşünülenin aksine Rusya yanlısı Donbass Bölgesinde değil, Kırım yarımadasında Rus kökenlilerin çoğunlukta olduğu görülür. Bunun nedeni, Stalin döneminde gerçekleştirilen sistematik nüfus yerleştirme politikasıdır. 2014 yılında 400 Rus yanlısının Kırım Parlamentosu’nu basıp referandum talep etmesi de bu durumun bir nevi rezerve edilmiş sonucudur.
Ukrayna’nın Kırım’ın hakimiyetinin yitirmesi ülkede infial yaratmıştır. Donbass Savaşı’nı başlatan isyancıların cesaret kaynağı da bu olmuştur. Rusya’nın Donbass bölgesindeki isyancılara silah desteğinde bulunması çatışmaları ayrı bir boyuta taşımıştır. Nisan 2014’ten beri süregelen çatışmalar, Eylül ayına kadar devam etmiş ve sonunda ateşkes imzalanmıştır. Fakat anlaşma gereği ağır silahlar geri çekilse de çatışmalar ve ölümler bugüne kadar hiç durmamıştır.
Stratejiler savaşların, savaşlar ülkelerin pusulasıdır.