AİK Yazılar Rusya-Avrupa Birliği İlişkilerinde Stratejik Ortaklıktan Stratejik Depresyona

Rusya-Avrupa Birliği İlişkilerinde Stratejik Ortaklıktan Stratejik Depresyona

Categories:

Bu yazı, Neziha Musaoğlu Ve Uğur Özgöker’in 2008 yılında Güvenlik Stratejileri Dergisi’nde yayınladıkları makalenin bir derlemesi olup Rusya Federasyonu ile Avrupa Birliği arasındaki ilişkileri incelemektedir.

1991’de Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin dağılmasıyla beraber Avrupa’da yeni
devletler sahneye çıkmıştır. Ekonomik olarak zayıf olan bu devletlerin birçoğu, Avrupa Birliği
ile yakın ilişkiler kurmaya çalışarak ülkelerinin refahlarını arttırmayı hedeflemişlerdir. Bu
devletlerden birisi de Rusya Federasyonu’dur. Rusyasız bir dünyayı asla kabul etmeyen
Vladimir Putin’in 1999’da devlet başkanı seçilmesi, Rusya’nın kaderini belirleyen en önemli
etmenlerden biri olmuştur.

Putin, liderliğinin ilk dönemlerinde Avrupa Birliği ile yakın ilişkiler
kurmaya çalışarak ülkesinin dünya sahnesinde yeniden baş aktörlerden biri olmasını sağlamaya
çalışmıştır. Dünya’nın en büyük enerji sağlayıcılarından biri olan Rusya, global enerji
fiyatlarının yukarı yönde seyretmesi ile beraber gelirlerini arttırmış, ülkesinin Sovyetler Birliği
döneminden kalan borçlarını ödeyip, önemli ölçüde döviz rezervi de biriktirmiştir. İşte bu
dönemden sonra Rusya dış politikada sertleşmiş ve Avrupa Birliğine karşı izlediği politikada
değişime gitmiştir. Sinik, uzlaşmacı bir tavırdan istediğinin olmasını isteyen, bölgesinde süper
güç olmayı hedefleyen Rusya; etki alanındaki ülkelerin siyasetlerini düzenlemeye çalışmıştır.

Bu politika bağlamında 2008’de Rusya’nın Gürcistan’ı işgali sonucu Abhazya ve Güney Osetya bölgelerinde ayrılıkçı cumhuriyetler kurulmuştur. Putin Rusyası, 2014’te ise Ukrayna’ya bağlı olan Kırım Özerk Cumhuriyeti’ni meşruluğu sorgulanan bir referandum ile ilhak etmiştir ve ülkenin doğusunda Donetsk ve Luhansk Halk Cumhuriyetlerinin kurulmasına ön ayak olmuştur. Ayrıca NATO’nun 1997’den sonraki
genişlemesiyle Rusya’yı çevrelediğini düşünen Putin, şu an Ukrayna’yı işgal etmektedir.

MAP OF CONFLICTS IN THE POST-SOVIET AREA
Sovyetlerin Dağılmasının ardından bölgedeki çatışmalı/itilaflı bölgeler

Makalemizde, Putin’in Avrupa Birliği ile imzalanan Stratejik Ortaklık ve İşbirliği Anlaşmasını
(SOİA) uzatmayı reddetmesi ve Rusya’nın ulusal çıkarları doğrultusunda değişiklikler talep
etmesiyle yaşanan süreç anlatılmaktadır. 1990’lı yılların başından sonra Rusya ile AB arasında
başlayan stratejik ortaklık, 2000’li yılların başında stratejik depresyon haline dönüşmüş
bulunmaktadır. Rusya ile Avrupa Birliği arasında imzalanan Stratejik Ortaklık ve İşbirliği Anlaşması, –
Rusya’nın değişen dış politikası sebebiyle- salt ortaklık anlaşmasından ziyade siyasi bir olay
haline gelmiştir. Avrupa Birliği’ni Rusya’nın içişlerine karışmakla suçlayan Putin, Avrupa ile
yapılacak işbirliklerine hep soğuk bakmıştır. Keza Avrupa Birliği de Rusya’nın sertleşen dış
politikası nedeniyle Rusya ile ilişkilerinde soğuk davranmıştır. Yazarlarımız bu durumu şu üç
önerme ile açıklıyor:

Putin,Merkel ve Macron

İlk olarak, Rusya’nın hem iç hem dış çevrede sertleşmesi, Rusya’nın özgünlüğünü
korumaktaki kararlılığından kaynaklanmaktadır. Bu durum, öncelikle, AB’nin Rusya’yı algılamasına ikirciklik olarak yansımaktadır. Bir yandan, uzlaşmaz, tehditkâr saldırgan hatta düşman bir Rusya diğer yandan mutlaka hesaba katılması gereken güçlü ve
ilişkilerin sürdürülmesi gereken zor bir ortak. İkinci olarak, Rusya ile ortaklık türü
üzerinde AB üyeleri arasındaki görüş farklılıkları AB içi ciddi gerilimlere yol açmaktadır.
Üçüncü olarak, Moskova’nın açıklama ve kararları, gerçek hedefleri ile ilgili tereddütlere
yol açmaktadır ve Rusya’nın dış politikasına ilişkin gerçek niyetleri Avrupa
başkentlerinde farklı biçimlerde yorumlanmaktadır.

Makalenin diğer bölümlerinde, Rusya’nın Avrupa Birliği Komşuluk Politikası’na yaklaşımı
ele alınmıştır. Rusya’nın Batı ile ilişkilerini en çok etkileyen durum, Avrupa Birliği ve
NATO’nun eski Sovyet ve Doğu Bloğu ülkelerini içine alacak şekilde genişlemesidir. Rusya
bu durumun kendisini tehdit ettiği savını savunmaktadır. Ayrıca bu politikaya dahil olmak
demek Rusya’nın savunmuş olduğu ‘‘Büyük Rusya ve Özgünlük’’ felsefelerine aykırı
davranması demektir. Sözü edilen bu ‘özgünlük’ felsefesi, Rusya’nın öngörülemez bir
ortak olmasını sağlarken; Avrupa Birliği kurumsal yapısı nedeniyle Rusya’ya karşı izlenilecek
olan politikanın nasıl olacağını belirlemekte zorluk çekmektedir. Dolasıyla bu önermeler
ziyadesiyle doğrudur.

Rusya Federasyonu’nun süper güç olma iddiasını sürdürme gayretini söylemsel olarak
incelemek mümkündür. Rusya, tarihi olarak Avrupa’nın Rusya’dan üstün olduğu tezini silip
atmak isterken -yazının üst kısımlarında belirttiğimiz- ‘‘özgünlük ve egemen demokrasi’’
kavramlarını kullanmaktadır. İlk kavram, Rusya’nın tarihi olarak Batılı devletlerin sistemlerini
almak yerine kendisine ait bir sisteminin olduğunu ifade ederken ikinci kavram, Rusya’nın karar
verme süreçlerinde tamamen bağımsız olması gerektiğine vurgu yapar. Bu iki kavram ise
‘‘Büyük Rusya’’ (Çarlık Rusyası) projesinin en temel saç ayaklarındandır. Şu an da yaşanan
Ukrayna krizi de bu kavramlar üzerinden okunmalıdır. Rusya, kendi sınır komşusu olan ve tarihi
olarak yönettiği topraklarda Avrupa Birliği ve NATO’nun olmamasını Büyük Rusya projesi
nedeniyle istememektedir. Batı ile yakınlaşmaya çalışan eski Sovyet ülkelerini işgal, ilhak veya
iç karışıklıklar yoluyla etki alanından çıkmamasını isteyen Rusya, bu hedefe ulaşırken sahip
olduğu enerji kaynaklarını dış politikada baskı unsuru olarak kullanmaktadır.

Avrupa Birliği içerisinde Rus doğalgazına bağımlı olan ülkelerin olması nedeniyle Rusya,
günümüze kadar sebep olduğu saldırganlıklarda günümüze kadar önemli bir sonuçla karşılaşmamıştı. Ancak Ukrayna krizi ile bu durum değişmiştir. Ukrayna bölgesinde
aksaklıkları da olsa bir demokrasi ülkesidir. Rusya’nın tahayyül ettiği otoriter Büyük Rusya
idealine uymayan bu ülkeye başlatılan işgal girişimi, Batılı devletlerin harekete geçmesini
sağlamış ve Rusya’yı dünyanın her alanından izole edilmesiyle sonuçlanmıştır. Yazarlar bu
mücadeleyi şu sözlerle açıklamıştır:

Uluslararası aktör olarak Rusya’nın kendini dünya siyaseti sahnesinde yeniden konumlandırması, dış politikasında egemen demokrasi ve özgünlük anlayışı temelinde iç/dış çevre ilişkilerini yeniden tanımlaması, diğer yandan ideolojik açıdan “Slavofiller” ve “Atlantistler” arasında yüzyıllardan beri süregelen, Rusya’nın Avrupa’daki yeri ile ilgili kimlik tartışması ve Doğu Avrupa üzerindeki hegemonya mücadelesi yatmaktadır.

Yorum Yapın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir