Bu yazı, 17.03.2022 tarihinde okumuş olduğum Ragıp Kutay Karaca’nın yazmış olduğu “Türkiye-Çin Halk Cumhuriyeti İlişkilerinde Doğu Türkistan Sorunu” adlı makalenin kendi düşüncelerimle yapılmış bir analizidir.
Makale, Doğu Türkistan tarihinin kısa ve öz bir anlatımıyla başlıyor. Günümüzde Çin toprakları olarak adlandırılan Doğu Türkistan topraklarının aslında tarihin en eski çağlardan beri Türklere ev sahipliği yaptığını tarihsel verilerle çok güzel anlatmış. Doğu Türkistan’ın Müslümanlaşması ve Hoca-Molla sayısının artmasıyla beraber artan iç karışıklıklara Çin tarafından müdahale edilmiş ve bu durum istilaya çevrilmiştir. Çin’e karşı elliden fazla isyan çıkarılmış ve beş yüz bin Uygur Türkü öldürülmüştür. “Devletlerin savaş kaybetmesi oldukça olağan ve kolay bir şeydir, zor olan öz benliğini ve milletini kaybetmektir.” diyen Kutay Karaca, Çin’in asimile planlarını da açıklamıştır. 12 Kasım 1933’te başlayan bağımsızlık hareketiyle beraber Doğu Türkistan İslam Cumhuriyeti kurulmuştur.
Batı Türkistan (Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Tacikistan ve Türkmenistan) üzerindeki Sovyet ve Doğu Türkistan üzerindeki Çin hakimiyeti, başlayan Uygur bağımsızlık hareketinin Pan-Türkizm’e dönüşmesinden korkarlar ve bunu engellerler. Ragıp Karaca, bu korkunun günümüzde de devam ettiğini söylemektedir çünkü Türk Cumhuriyetleri her ne kadar bağımsızlıklarını kazanmış olsalar da üzerlerinde Rus baskısı ve etkisi hala devam etmektedir. 1955’te Uyguristan eyalet statüsünden çıkarılır ve özerk bölge statüsü verilir. İşte bu tarihten beri Uyguristan toprakları sömürülüyor. Uygur kadınları fabrikalara ucuz işçi olarak götürülüyor ve taciz, tecavüz gibi birçok kötü muameleye maruz kalıyorlar.
Doğu Türkistan petrol,uranyum ve pamuk üretimi gibi birçok kaynak bakımından çok zengin ve Çin’in Ortadoğu, Orta Asya ve Avrupa pazarlarına açılan kapısı konumundadır. Doğalgaz rezervinin yüzde kırk beşini Doğu Türkistan’dan karşılayan Çin, 2013 yılında antik ipek yolunun modernleştirilmiş hali olan “Bir Yol Bir Kuşak” projesini açıkladı. Bu yolun ana güzergâhı Doğu Türkistan üzerinden ilerlemektedir ve ne hikmetse bu proje açıklandıktan sonra Uygur Türkleri üzerindeki kirli oyunlar artmaya başladı. Sınırlardan giriş çıkışlarına izin verilmeyen Uygur Türkleri, garip bir şekilde Irak ve Suriye’ye gidebiliyorlardı üstüne üstlük oradaki Işid ve benzeri terörist gruplara katılıyorlardı. Bu durumun dünya kamuoyuna Çin hükümeti tarafından “Uygur Türkleri teröristtir!” şeklinde lanse edilmesiyle beraber Birleşmiş Milletler durumu incelemeye başladı. BM İstihbarat raporlarına göre anlaşılıyor ki Suriye ve Irak’a giden Uygur Türkleri, Çin eliyle oraya bırakılmış ve görüntüler Çin tarafından dünyaya yayılmıştır. Uygur Türkleri ne azınlıktır ne de terörist, Uygur Türkleri Doğu Türkistan topraklarının asıl sahibidirler!
Günümüzde kamplarda tutulan Uygur Türklerinin, yaklaşık yüzde onu terörizm ve islamcılık suçlamasıyla orada. Kalan yüzde doksanlık kısım için bir suç yakıştırma gereği bile görülmüyor çünkü uluslararası hiçbir barış örgütü bu duruma ses çıkarmıyor, çıkaramıyor.
Makalenin son kısımlarında, Uygur Türklerine yapılan işkence ve insan hakları ihlalleri anlatılıyor. Ben de buna yazımda değinmek istiyorum. Başlarda da bahsettiğim gibi Uygur Türkleri terörizm, islamcılık ve aşırıcılık gibi suçlamalarla tutuklanıyor, Çin’in Yaşam Okulu adını verdiği dünyadaki en kötü yapılar arasında gösterilebilecek türden binalarda beyinleri yıkanıyor. Çin, meseleye Marksist bir bakış açısıyla yaklaştığı için dinin değiştirilmesi gereken ahlaki bir imge olarak görüyor ve Yaşam Okulları’nda dinsizleştirme eğitimi veriyor. Bunu Uygur Türkleri üzerinde bir politika haline getiren Çin, günlük hayatta da sakal uzatmak, namaz kılmak ve camiye gitmek gibi birçok dini aktiviteyi yasaklıyor ve tarihi cami ile türbeleri yıkıyor. Günlük hayatta özel yazılımlar ile yakından takip edilen Uygur Türkleri’nin birçok insani hakkı halen ihlal ediliyor.
Uygur İslam Cumhuriyeti’ni terör örgütleri listesine alan ABD, son zamanlarda bu olaya en çok ses çıkaran ülke konumunda bulunuyor. ABD ve insan hakları savunuculuğu kulağa ne kadar komik gelse de bu bir gerçek ancak sinek pekmezciyi tanırmış, elbette Amerika Birleşik Devletleri’nin de birtakım çıkarları bulunuyor. Çin’in artan ticaret hacmi ile birlikte yaptığı baş döndüren gelişme hamleleri, ABD için onu potansiyel bir rakip haline getiriyor. İşte bu noktada Doğu Türkistan, ABD için bir koz haline geliyor ve ABD bunu Çin’in iç ve dış politikasına müdahale etmek için kullanıyor. Türkiye’nin de bu mesele üzerindeki konumunu inceleyen Karaca, Türkiye-Çin ilişkileri derinleştikçe yapılan zulme ve işkencelere sessiz kalındığını belirtiyor. Kendisine hak vermemek ne yazık ki elde değil. Hem Türklüğü hem İslamiyeti tehdit eden bu olaylara dünyada en duyarlı olması beklenen ülke Türkiye çünkü Türkiye dünyadaki tüm müslümanların sorunlarına kulak verip çözmeye çalışan tek ülke. Hâl böyleyken hem dindaş hem soydaş olduğumuz insanların sorunlarına seyirci kalmamalı ve en azından bir kamuoyu oluşturmamız gerektiğini düşünüyorum.
Görüldüğü üzere, içler acısı olan bu durumu her devlet kendi lehine kullanmaya çalışıyor ama unutulmamalıdır ki bu mesele başta Türkiye olmak üzere İslam dünyası ve tüm insanlığın meselesidir. Tüm etnik ve dinsel kimlikleri bir kenara bırakırsak da bu bir insanlık suçu ve insan hakları ihlâlidir. Kimliğinden, inancından ve yaşamından dolayı işkence ve zulüm gören bir insana destek olmak insani bir görevdir. Yazısının sonunda herkesi vicdanı sorgulamaya davet eden Kutay Karaca’nın bu isteğini ikinci kez dile getiriyor, kendisine bu güzel ve açıklayıcı yazısı için teşekkür ediyorum.