Bu yazı, 27.02.2022 tarihinde okumuş olduğum, Selda Kıraç ve Buket İlhan’ın yazmış
olduğu ‘Avrupa Birliği Oluşum Süreci ve Ortak Politikalar’ adlı makalenin, kendi
düşüncelerimle yapılmış bir analizidir.
Makale, başlığının hakkını vererek Avrupa Birliği’nin oluşum sürecini kısa bir
biçimde, lafı çok dolaştırmadan güzel ama tek bir perspektiften anlatıyor. Bu perspektif,
makalenin geri kalanına da yayılmış olan ‘ekonomik perspektif’ isimlendirilebilir. Avrupa
Birliği, oluşum sürecinde tamamen ekonomik bir ortak pazar oluşturma amacıyla kurulmasına
rağmen (Avrupa Kömür ve Çelik Birliği adının da gösterdiği gibi) sonradan bu ortaklık,
ekonomik ortaklığın ötesine de geçerek “supranational” dediğimiz, “devletler üstü” özellik
kazanmış bir örgüt haline gelmiştir. Bu devletler üstü olma özelliği, Avrupa Birliği’ne bağlı
olan ülkelerin Birlik’te alınan her alanda karara, sadece ekonomik değil aynı zamanda sosyal
veya politik de uymasını sağlayan bir özellik kazandırıyor. Bana göre bu özellik Avrupa
Birliği’nin en ayırt edici özelliklerinden birisi, hatta belki de en ayırt edici özelliği. Bu kadar
önem arz eden bir özelliğe bu makalede hiç değinilmemesi ise beni hayal kırıklığına uğratan
diğer bir özellik oldu.

Günümüzde, devletler üstü olma özelliğinin yanı sıra, neoliberal düzenin en büyük
problemlerinden biri olan iş gücünün taşınabilmesi problemini de Avrupa Birliği çözebilmiş
tek birlik diyebiliriz. Dünyada geçerli olan mevcut neoliberal sisteme göre, ülkelerin temel
olarak ihtiyacı olan dört şey var diyebiliriz. Bunlar teknoloji, sermaye, hammadde ve iş gücü.
İş gücü hariç diğer üç temel ihtiyaçtan ikisi (teknoloji ve sermaye) günümüz dünyasında çok
rahat bir şekilde dünyanın her tarafına götürülebilmektedir. Ancak iş gücü, bu temel
ihtiyaçlardan en kritiği ve taşınması en zor olan ihtiyaçtır. Günümüzde küreselleşen dünya
sayesinde bu durum biraz daha kolaylaşsa da hala iş gücünün taşınabilmesi büyük bir
problemdir. Avrupa Birliği içinde işlemekte olan Schengen sistemi, AB üyesi olan ülkelerin
vatandaşlarının istedikleri ülkelere istedikleri gibi gidebilmelerini sağlamaktadır. Bu durum, iş
gücünün taşınabilmesi için dünyanın hiçbir yerinde olmadığı kadar rahatlık sağlamaktadır.
Makalenin yine ilk kısmında gördüğüm bir cümlenin parçası benim fazlasıyla
dikkatimi çekti. Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğundan bahsedilen kısımda, kuruluşun
amaçlarından birisinin ‘…işçilerin konut sahibi olmasını sağlamak…’ olması, 2. Dünya
Savaşı’ndan sonra özellikle Avrupa’da yükselmeye başlayan sosyalizm ve Sovyet etkisinin
belirginleştiğini göstermektedir. Avrupa ülkelerinde, 2. Dünya Savaşı’ndan sonra başlayan ve
uzun yıllar etkisini gösteren, hatta karşısında ülkelerin ekonomik sisteminin değiştiği ciddi bir
sosyalizm yükselişi görülmektedir. Yükselen sosyalizm düşüncesiyle beraber, ülkeler
kullandıkları ekonomik sistemi bir kenara bırakıp Keynesyen Sistem’e geçiş yapmıştır.
Keynesyen Sistem’e göre eğer insanların temel ihtiyaçlarını ücretsiz bir şekilde
karşılayabilirseniz, insanlar sahip oldukları paraları sağlık gibi temel ihtiyaçlar yerine
piyasada harcayabilir. Bu sistem 1970’lere kadar işlese de sonradan çökmüştür. Ancak
görüldüğü gibi günümüzde Avrupa Birliği haline gelen Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğunun
temellerinde bu sistemin de izleri görülebilmektedir.
Makalenin ikinci kısmı ise beni neredeyse tamamen hayal kırıklığına uğrattı
diyebilirim. AB’nin ortak politikaları kısmı, tamamen ekonomik ve yüzeysel olarak ele
alınmış. Çevre gibi sosyo-kültürel ve politik olarak ele alınabilecek geniş bir konu bile
tamamen ekonomik olarak ve sadece vergiler etrafında ele alınmış. Politika ve dünyanın
geldiği noktada yapılan her eylem günün sonunda ekonomiye bağlansa bile her konuyu
ekonomik olarak ele alırsak günün sonunda elimizde sadece rakamların olduğu bir politik
ortam olmuş olur. Ortak politikaları ekonomik olarak değerlendirmek kesinlikle yapılabilecek
bir şey ama ben bu durumun makalenin temel konusuyla uyuşmadığını düşünüyorum.