Giriş
Yazıya başlanmadan önce ‘’kalkınma yardımı ve programları’’ terimlerinin incelenmesinde fayda olduğunu düşünüyorum. Kalkınma yardımı, sonuçların elde edilmesi için mümkün olduğunca etkin şekilde kullanılması gereken sınırlı bir kaynaktır.1 Kalkınma, Türk Dil Kurumu Sözlüğünce ‘’Kalkınma işi’’ ve ‘’iyileşme ve şifa bulma’’ anlamlarıyla açıklanmaktadır. Bu bakımdan bir ülkenin kalkınması, ülkenin ve içinde yaşayanların ekonomik, sosyal ve siyasi açıdan refah düzeyinin iyileştirilmesini ele almakta ve bunu amaçlamaktadır. Bu iyileşme ise refah düzeyi önceden belli bir düzeye gelmiş ülkeler için güvenlik ve ekonomik açıdan hayatî önem arz etmekte ileride bu ülkelerle yapacakları sağlıklı ekonomik ve siyasi ilişkiler yapılan karşılıksız yardımların ödeneği olacaktır. Bu sebeple Afrika’ya yatırım yapan ülkeler kendi çıkarları doğrultusunda ileriye dönük bu projelerin gelirini hesaplamaktadır. Burada en önemli unsur, bu gelişmemiş/gelişmekte olan ülkelerin sorunlarının devletler tarafından birlikte ele alınarak küresel çıkarların gözetilmesine dayanmaktadır.
Afrika ülkelerinin dış dünya ile olan geniş çaplı ilişkileri kıtanın sömürge tarihi ile ilişkilendirilebilir. Özellikle bu dönemde Avrupalı devletlerin sömürgeleştirme politikalarına maruz kalmış Afrika ülkelerinin önemi o dönemden süregelmektedir ve her geçen gün kat ve kat artmaktadır. Kıta üzerindeki çıkar ilişkileri neticesinde oluşan rekabetler, birinci dünya ülkelerinin kıtaya yapılan kalkınmaya yönelik yardımlarını ve yatırımlarını da doğru oranda arttırmaktadır. Bu doğrultuda özellikle son dönemlerde Çin, ABD, AB ve Rusya gibi küresel; Brezilya, Hindistan ve Türkiye gibi bölgesel aktörlerin kıtaya yönelik politikaları göze çarpmaktadır. Bu politikalar da Afrika coğrafyasının uluslararası ilişkiler neticesinde önemini arttırmıştır. Bu nedenle Afrika meseleleri her geçen gün daha fazla uluslararası siyasetin gündeminde yer almakta ve bu durum da Avrupa Birliği (AB) ülkelerini meşgul etmektedir. Şayet her ne kadar Avrupa ülkelerinin kıtaya yönelik uyguladığı kalkınma programları yüzeysel ve yetersiz olarak algılansa da AB, ekonomik anlamda Afrika’daki en önemli katalizör faktör olmaya devam etmektedir. Bu doğrultuda Avrupa ülkeleri arasında Afrika’da yapılan kalkınma yardımları konusunda en önde gelen ülke İngiltere’dir. İngiltere’den sonra Fransa ve Almanya örnek gösterilebilir. Bu yazıda da Avrupa ülkelerinin Afrika üzerindeki kalkınma programları incelenecek ardından Almanya örneği verilerek yazı amacına ulaşmış olacaktır.

AB ve Üçüncü Ülkelere Yardım: Afrika Ülkeleri
Dünyanın ikinci büyük kıtası olan Afrika bünyesinde 54 devletin yer aldığı ve dünya siyaseti açısından önemli bir coğrafyadır. Kıta, Sanayi Devrimi’nin ihtiyaç duyduğu hammaddenin temin edilebileceği bir yer olarak görülmüş ve bu sebeple uzun bir müddet Avrupa’nın egemenliği altında yaşamıştır. Bu kıta, her ne kadar doğal kaynaklar ve hammadde açısından zengin olsa da sahip olduklarını kendi halkının günlük yaşantısına yansıtamamış, barış ve refah yerine günümüzde de savaşlardan kurtulamamıştır. Bu özellikleriyle Afrika kıtasındaki birçok ülke uluslararası ilişkiler açısından ‘’başarısız devletler’’ (failed states) olarak anılmaktadır. Bu nedenle Avrupa Birliği Afrika’yı geliştirecek doğrultuda çeşitli planlamalar yapmıştır.
Avrupalılar 1957’de Avrupa Ekonomik Topluluğu’nu Roma Antlaşması ile kurmuş ve bu antlaşmadaki hükümler sayesinde üye devletlerin Afrika’daki çıkarları ve ayrıcalıklarını koruma yoluna gidilmiştir. Ardından geliştirilen ‘’Akdeniz için Birlik’’ ve ‘’ Avrupa Komşuluk Politikası’’ sayesinde de Afrika ile olan ilişkilerinin daimî kılmayı amaçlamışlardır. Avrupa Birliği ülkelerinin arasında Fransa’nın sömürgeleri üzerinde izlediği siyasetten bahsetmekte de fayda var. Fransa ve Almanya, İngiltere’den sonra Avrupa’da en çok Afrika’ya yatırım yapmakta olan devletler ve bu iki devletin tutumunda daha çok Fransa’nın Almanya’nın etkisinin artmasına karşı dengeleyici bir unsur olarak kullanılmaya çalışıldığı görülmüştür.
Birlik, Afrika’ya yapılacak olan yatırım ve gelecek planlamalarını ‘’Ortaklık Antlaşmaları’’ kapsamında bir çerçeve çizerek ticarî ve ekonomik olarak Afrika’daki etkisini sürdürmüştür. Burada özellikle her bir Afrika ülkesiyle şartları farklı olacak antlaşmalar imzalanmıştır. Buradaki amaç Afrika devletlerinin AB karşısında ortak bir tutum sergilemesini engellemektir. Bu yapılan antlaşmalar Younde ve Lome Sözleşmeleri kapsamında bölgeye çeşitli ekonomik araçların getirilmesini sağlamıştır. En son imza edilen Cotonou Antlaşması’nın süresi de 2020 yılında dolmuştur. Ekim 2020’de yapılması planlanan Altıncı Afrika Birliği ve Avrupa Birliği Zirvesi pandemi nedeniyle 2021 yılına ertelenmiştir. Yine bir takım nedenlerden ötürü 2022 Şubat ayına ertelenen bu zirve, nihayet son tarihte gerçekleştirilmiştir. Bu zirve kalkınma planlarını kapsayabilecek maddeler eşliğinde: sağlık, güvenlik, ekonomi, finans, iç savaşlar… gibi konular üzerinde durulmuş ve çözüm önerileri sunulmuştur. Bunlar dışında Avrupa Birliği’nin Afrika’ya kalkınma yardımları için bütçe ayırdığı AB Kalkınma Fonu ve AB Acil Yardım Fonu gibi kısa sürede temin edilebilecek para fonları bulunmaktadır. Yine de bütün bu kalkınma politikaları miktarları ne kadar fazla olursa olsun Afrika’nın kalkınmasında istenen başarıyı sağlayamamıştır. Bu başarısızlıktaki en önemli sebep, AB’nin ve üye ülkelerinin Afrika kıtasının toplumsal, kültürel ve ekonomik dinamiklerini anlamayan yaklaşımıdır. Bu tutum aslında sömürge döneminde de Afrika’nın etnografyasına en büyük darbeyi vuran unsur olmuştu.
Birlik, birbirini ardınca gelen Soğuk Savaş Dönemi, 11 Eylül olayları ve 2010’da Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da patlak veren Arap Baharı gibi olaylardan sonra kıtaya yönelik yatırımlarını güvenlik önlemleri üzerine yoğunlaştırmıştır. Dolayısıyla AB’nin kıtaya yönelik politikalarında güvenlik ölçütü daha baskın hale geldiğinden yardım yapacağı bölgedeki sivil toplum ve özel sektör kuruluşları göz ardı edilerek merkezi yönetimlerle işbirliği yapılmış, bu tutum da kalkınma politikalarında başarısızlık getirmiştir. Bu başarısızlık sonucunda AB ise 2011 yılında kalkınma politikalarının yol haritası niteliğindeki ‘’Agenda for Change’’ belgesinin kabul etmiştir. Bu belgeye göre de yardımların hem sektörel hem de kurumsal olarak mümkün olduğunca kapsamlı bir düzeye ulaşması istenmiştir.
Kalkınma Yardımlarının Miktarı
AB yatırımları esas olarak iki kaynaktan sağlanır: AB Ortak Bütçesi ve Diğer Kaynaklar. AB bu yatırım kaynaklarını dünyada refah düzeyi belli bir sınırın altında kalmış ülkelere uygulamaktadır. Bu ülkeler; Afrika, Karayipler ve Pasifik, Bağımsız Devletler Topluluğu, Asya ve Latin Amerika Ülkeleri, Orta ve Doğu Avrupa Ülkeleri ve Akdeniz Ülkeleri’dir. Avrupa Birliği, sadece Afrika, Karayipler ve Pasifik Ülkeleri için 1964-1999 yılları arasındaki 36 yıllık dönemde bu ülkelere 34 milyar € eşleniği tutarında hibe vermiştir. 2000-2006 döneminde yapılan toplan yardım miktarı ise 16 milyar avro’dur. Bunun dışında 2014-2020 yıllarında Avrupa Kalkınma Fonu’nun 11. Dönemi için 30,5 milyar avro; Afrika, Karayip ve Pasifik ülkelerine kalkınma yardımı olarak belirlenmiştir. Bu miktarların büyük bir kısmı da en fakir olan Afrika’nın Sahra altı ülkelerine ayrılmıştır. Bu dönemde yine kalkınma yardımlarının büyük bir bölümü (%75’i) en az gelişmiş ülkelerden Mali, Etiyopya ve Nijer’e gitmiştir. AB, 2011 yılında belirlediği kalkınma yol haritasınca üst ve orta gelirli ülkelere ayrılan yardım bütçesini oldukça azaltmıştır.
Yatırımlar, 2013-2018 yılına gelindiğinde daha çok ekonomik ve sosyal altyapı, hizmet sektörlerindeki iyileştirmeler, cinsiyet eşitliği gibi konulara ağırlık verilmiştir. Yine bu dönemde artan göçlerden ötürü göç harcamalarının arttığı; kalkınma yardımlarının yapılması sırasında uluslararası kuruluşlar, sivil toplum kuruluşları, kalkınma ajansları ve STK’ların ön plana çıktığı görülmektedir. Yani bu dönemde AB kurumlarının yanı sıra diğer kurum ve kuruluşlarla işbirliği yapıldığı görülmektedir. Genel anlamda bakacak olursak AB, Afrika’ya her yıl ortalama 20 milyar avro kalkınma yardımı gerçekleştirmektedir.
Afrika’daki son durum, 2020 yılının başlarında meydana gelen COVİD-19 salgınının yarattığı büyük tahribatla neticelendirilebilir. Bu pandemi dönemi her ne kadar tüm dünyayı kasıp kavurmuş olsa da Afrika gibi diğer ülkelere oldukça bağımlı, savaş ve çatışmalarla iç içe bir bölge üzerindeki etkileri elbette çok daha ciddi sonuçlara yol açmıştır. Nitekim bu dönemdeki Afrika’nın dış borcu 143
milyar dolara çıkmıştır ve bunun yaklaşık %20’si de Çin’e ve Çinli firmalara olan borçlardır.
Afrika’daki altyapı yetersizliği, sosyal eşitsizlik ve yönetimdeki aksaklıkların yanında sağlık hizmetlerindeki yetersizlik, güvenli gıda ve içme suyuna erişimdeki sıkıntılar pandemi öncesinde de bir sorun teşkil ederken, pandemi sonrasında çok daha ciddi bir mesela haline gelmiştir. Özellikle bu dönemde yardım yatırımlarına oldukça ihtiyaç duyan Afrika için kalkınma hızında büyük bir düşüşgörülmektedir. Tabi bu dönemde AB’nin müdahalelerindeki yavaşlık ve pandeminin başlangıcından itibaren birliğin kendi içinde de karar alışındaki gecikmeler neticesinde Afrika’ya gerekli yardım ulaştırılamamıştır. Yine bu dönemde ve 2008’deki ekonomik krizden itibaren devam eden siyasal, toplumsal ve kültürel birtakım sorunlarla mücadele eden Avrupa, kendi içinde bütünleşmesinin sürüp sürmeyeceğine yönelik de şüpheleri arttırmıştır.
Tüm bunların yanı sıra Afrika’ya yapılan kalkınma yardımlarının her yıl yaklaşık %50’sinin AB tarafından yapıldığı görülebilir.

Afrika’ya Yapılan Yatırımlarda Almanya Örneği
Almanya’nın da Afrika’yla ile olan ilişkileri diğer Avrupa Devletleri gibi Kolonyalist dönemde ekonomik ihtiyaçları karşılamak, köle ticareti ile Afrika’daki insan gücünden yararlanmak ve bunlar aracılığıyla zenginleşmek amacıyla başlamıştır. Almanya’nın Afrika topraklarına girmek istemesindeki bir diğer sebep de büyük bir Alman imparatorluğu idealini gerçekleştirme umuduydu. Nitekim bu dönemde güç ve siyasi otoriterlik, sahip olunan sömürgeler ile doğru orantılı olarak artıyordu. Fakat I. Dünya Savaşı’nın Almanya’ya kaybettirdiği koloniler sadece ekonomik, sosyal ve siyasi kayıplar yaratmamış; aynı zamanda büyük Alman İmparatorluğu hayallerini de çökermiştir. Ardından gelen II. Dünya Savaşı’yla Almanya uğradığı büyük kayıplar ve tahribatlar sonucunda Afrika’daki kolonilerini gündeminden çıkartmak durumunda kalmıştı. Yine 1950’li yıllarda Batı Almanya’nın yavaş yavaş Afrika’yla olan ilişkilerini ticari, siyasi ve askeri alanda yürütmeye çalıştığı söylenebilir.
Soğuk Savaş sonrası, Doğu ve Batı Almanya’nın birleşmesi ile Almanya-Afrika arasındaki ilişkiler gelişme göstermiştir. Özellikle 2014 yılı Angela Merkel döneminde, Almanya kolonyalist döneminden kalma sömürgeleriyle sınırlı kalmayıp Afrika genelinde politikalarını genişletmeye başlamıştır. Bu dönemde de Merkel’in Afrika’nın birçok ülkesine gerçekleştirdiği ziyaretlerini 2016 yılına doğru arttırdığını görülmekteydi. Son dönemlerde Almanya’nın Afrika’yla olan işbirliğini daha düzenli bir şekilde yürütmek istediğini, Dışişleri Bakanlığı düzeyinde bir Afrika departmanı kurmasından anlayabiliyoruz. Ayrıca Angela Merkel 2017 yılında G-20 zirvesinde Afrika’ya yönelik ‘’Afrika ile Uyum’’ ve ‘’
Afrika için Marshall Planı’’ gibi projeler de sunmuştur. Afrika ile Uyum projesiyle Almanya, Afrika’daki Alman şirketlerinin bu bölgelerde iş kurmasını desteklemekte ve teşvik etmektedir. Marshall Planının ana teması ise G-20 ülkeleri ile birlikte Afrika’nın kalkınması için koordineli bir yatırım koşulları oluşturmaktır. Tabi bütün bu yatırımların nihai hedefi, Avrupa’ya yapılacak olan göçleri azaltmaktır. Böylelikle hem Almanya hem de Avrupa Birliği açısından büyük bir sorun olan göç problemi de çözülmüş olacaktı. Günümüzde de Almanya’nın Afrika’da 43 tane büyükelçiliği, birçok siyasi kurumu, yardım kurumları, Almanya öğreten eğitim kurumları, özel sektörü teşvik eden ticari kurumları gibi çokça kurum ve kuruluşu bulundurmaktadır.
Sonuç
Afrika, uzun bir sömürülme geçmişi ve uğradığı tahribatlar sonucunda yeterince gelişememiş gerek yetersiz altyapı sorunları, gerek yönetim aksaklıkları, güvenlik problemleri, gıda ve su temin edilemeyişi, sosyal eşitsizlik… gibi birçok probleme maruz bırakılmıştır. Bundan mütevellit refah düzeyi en düşük olan kıta olmakla beraber kalkınma yardımlarına da en muhtaç olan kıta olmak durumundadır. Avrupalı devletler de kendi siyasi, sosyal ve ekonomik çıkarları için Afrika’nın kalkınma düzeyinin yükseltilmesini olumlu görmekte ve buna göre yatırımlarda bulunma kararı almıştır. Pandemiden sonra oluşan ‘’Yeni Dünya’’da da enerjinin ve hammadde ihtiyacının önemi tekrardan idrak edilmekte , güvenlik problemleri ve göç sorununun önlenmesi gerektiği aşikar olmuştur. Bu sebeple aslında sadece AB değil Afrika üzerinde yatırımlarını gerçekleştiren ülke sayısı gün geçtikçe artmaktadır ve artacaktır. Hızla artan Afrika nüfusu da demografik potansiyelini tüm dünyaya göstermektedir ve bunu da değerlendirmek isteyen ülke sayısı oldukça fazladır.
Kaynakça
1) https://www.ceeol.com/search/article-detail?id=958309
2)https://dergipark.org.tr/en/pub/africania/issue/65507/10138103)http://dspace.kocaeli.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/handle/11493/1199 5/493975.pdf?sequence=1