AİK Yazılar TÜRKİYE’NİN İKİ SAVAŞ ARASI DIŞ POLİTİKASI

TÜRKİYE’NİN İKİ SAVAŞ ARASI DIŞ POLİTİKASI

Categories:

Diplomasinin tarihi insanlık kadar eski olsa da modern anlamda diplomasi, 15. yüzyılda İtalya’daki şehir-devletlerinde ortaya çıkmıştır. Bu dönemde şehir-devletlerinin güç dengesi sistemi içinde sürekli iletişim ihtiyacı, diplomatik temsilcilik kurumunun gelişimini hızlandırmıştır. 16. yüzyılda sürekli ikamet eden elçilikler kurulmuş, 17. yüzyılda ise yazılı talimatlara dayanan profesyonel diplomasi anlayışı yaygınlaşmıştır. 18. ve 19. yüzyıllarda diplomasi, sadece ikili ilişkileri değil çok taraflı müzakereleri de kapsayacak şekilde genişlemiş, özellikle kongre ve konferans diplomasisi yöntemleriyle devletlerarası ilişkiler yeni bir boyut kazanmıştır.

20. yüzyılda dünya savaşları ve ideolojik kutuplaşmalar diplomasiyi hem zorlaştırmış hem de çeşitlendirmiştir. Soğuk Savaş döneminde bloklar arası gerilim, diplomatik kanalların etkisini sınırlamış; ancak Soğuk Savaş sonrasında küreselleşme ve iletişim teknolojilerindeki ilerlemeler, diplomasi alanını genişletmiştir. Kamu diplomasisi, dijital diplomasi, insani diplomasi gibi yeni kavramlar bu gelişmelerin bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Günümüzde diplomasi, yalnızca devletlerarası değil, toplumlar arası bir iletişim biçimi olarak da değerlendirilmektedir.

1919-1923 arası Kurtuluş Savaşı dönemi

1919-1923 arası dönem, Türkiye’nin bağımsızlık mücadelesini yürüttüğü ve dış politikasını “realist revizyonizm” ile “dengeci Batıcılık” ilkelerine dayandırdığı bir süreçtir. Türkiye, Sevr Antlaşması ile dayatılan statükoyu reddederek uluslararası düzeni sınırlı bir revizyonizmle dönüştürmeyi amaçlamıştır. Bu revizyonizm, Almanya’nın saldırgan tutumundan farklı olarak, yalnızca ulusal bağımsızlığa ulaşmayı hedefleyen, gerçekçi ve kontrollü bir çizgide şekillenmiştir. Bu yaklaşımın temel metni ise Misak-ı Milli’dir.

Kurtuluş Savaşı sürecinde Türkiye, Batılı devletlerin iç çelişkilerinden yararlanarak İngiltere’ye karşı Fransa ve İtalya ile işbirlikleri geliştirmiş, Sovyetler Birliği ile stratejik bir denge kurmaya çalışmıştır. 1922’de Mudanya Mütarekesi ile askeri zafer sağlandıktan sonra diplomasi ön plana çıkmış, Lozan Konferansı’na İsmet İnönü başkanlığındaki heyet katılmıştır. Türkiye, görüşmelerde siyasi ve ekonomik bağımsızlık konusunda kararlı bir tutum sergilemiş, özellikle Ermeni Yurdu ve kapitülasyonlar gibi kritik konularda taviz vermemiştir. Lozan Antlaşması, Sevr’in dayatmalarına karşı gerçek bir müzakerenin sonucu olarak ortaya çıkmış ve Türkiye’nin bağımsızlık ile egemenliğini uluslararası alanda tanıyan kurucu belge olmuştur. Lozan, yalnızca bir barış anlaşması değil, aynı zamanda yeni bir devletin eşitlik temelinde uluslararası sisteme kabulünü ilan eden tarihi bir metindir.

1923-1939 dönemi

1923-1939 yılları arası, dünya genelinde statükocu ve revizyonist güçlerin rekabeti ile 1929 Ekonomik Buhranı’nın etkisiyle şekillenmiştir. Savaş sonrası Avrupa’nın zayıflaması, Türkiye gibi yeni ulus-devletlere dış politikada görece bir manevra alanı sağlamıştır. Türkiye bu dönemde statükoyu korumaya dayalı bir yaklaşım benimsemiş, çok taraflı bir denge politikası izleyerek üç büyük güç bloğu (İngiltere-Fransa, Almanya-İtalya ve SSCB) arasında dikkatli bir diplomasi yürütmüştür. Almanya ve İtalya ile ekonomik ilişkiler geliştirilirken, siyasal olarak Batı Avrupa’nın statükocu güçleriyle yakın durulmuştur. Sovyetler Birliği ile ise ideolojik temelden uzak, işlevsel bir dostluk politikası sürdürülmüştür.

Ekonomide, 1923-1930 yılları arasında liberal politikalar izlenmiş; 1930 sonrasında ise devletçi modele geçilerek kalkınma hedeflenmiştir. Doğu sınırında yaşanan Kürt isyanları, Türkiye’yi İran, Irak ve Suriye’nin mandater yönetimleriyle iş birliğine yöneltmiş, bu kapsamda 1937’de Sadabat Paktı imzalanmıştır. Bu dönemde Türkiye, Orta Büyüklükte Devlet (OBD) kimliğiyle uluslararası alanda dikkatli ve etkili bir dış politika yürütmeyi başarmıştır.

İngiltere ile ilişkiler

1920’lerde Türkiye ile İngiltere arasındaki temel sorun Musul meselesidir. Mondros Mütarekesi imzalandığında Musul Osmanlı toprağıydı ancak İngiltere tarafından işgal edilmiştir. Lozan’da bu mesele çözülemeyince konu Milletler Cemiyeti’ne taşınmış ve 1925’te Musul’un Irak’a bırakılması kararlaştırılmıştır. Türkiye karara tepki göstermiş olsa da Batı ile ilişkilerini bozmamak adına çatışmadan kaçınmıştır. 1930’larda Almanya ve İtalya’nın yayılmacı politikaları Türkiye ile İngiltere’yi yakınlaştırmış, 1935’te yapılan ticaret antlaşması ile Türkiye, Almanya’ya bağımlılığı azaltarak İngiliz firmalarını tercih etmiştir. Montrö Sözleşmesi sonrasında Boğazlar’ın silahlandırılması da İngiliz firmalarına bırakılmıştır. 1939’da Hatay sorununun çözümü ardından Türkiye, İngiltere ve Fransa ile Üçlü İttifak imzalayarak Almanya ve İtalya tehdidine karşı güvenlik arayışına girmiştir. Türkiye bu dönemde denge siyaseti izleyerek savaşa katılmamış, ancak Batı ile yakınlığını korumuştur.

Fransa ile ilişkiler

Cumhuriyet’in ilk döneminde Türkiye-Fransa ilişkilerinde öne çıkan meseleler Osmanlı borçları ve Hatay sorunudur. Osmanlı’nın en çok borçlandığı ülke olan Fransa’ya bu borçlar 1954’e kadar ödenmiştir. 1926’daki Bozkurt-Lotus Davası, iki geminin çarpışması sonucu ortaya çıkan ve yargı yetkisine dair kriz yaratan bir durumdur. Türkiye davayı Uluslararası Daimi Adalet Divanı’na taşımış ve 1927’de lehine sonuç alarak adli bağımsızlığını uluslararası alanda pekiştirmiştir. Hatay meselesi ise 1930’larda gündeme gelmiş, Fransa bölgeyi Suriye’ye bağlamak isterken Türkiye bölgedeki Türk nüfusu korumaya çalışmıştır. Sorun Milletler Cemiyeti’ne taşınmış, Sandler Raporu’yla Hatay’a özerklik tanınmış ve 1938’de yapılan seçimlerin ardından Hatay 1939’da Türkiye’ye katılmıştır. Hatay meselesi Türkiye açısından diplomatik bir başarı, Musul ise kayıp olarak değerlendirilir.

Ortadoğu ile ilişkiler

1923-1939 yılları arasında Türkiye’nin Ortadoğu politikası ikincil planda kalmıştır. İran ile ilişkilerde modernleşme süreci ve sınır sorunları ön plandadır. İran, Atatürk Türkiye’sini siyasal ve toplumsal dönüşüm açısından bir model olarak görmüş ve Atatürk’ün vefatı üzerine bir ay süreyle ulusal yas ilan etmiştir. Öte yandan Ağrı İsyanı sonrasında yaşanan sınır gerilimi, 1932’de diplomatik yollarla çözüme kavuşturulmuştur. Afganistan ile ilişkiler ise dostane temelde yürütülmüş, 1928’de imzalanan Dostluk ve İşbirliği Antlaşması bu yaklaşımın kurumsal ifadesi olmuştur. Türkiye, İran ve Afganistan arasındaki bazı sınır ihtilaflarında arabuluculuk üstlenerek yapıcı bir aktör konumuna gelmiştir. 1937 yılında Türkiye’nin öncülüğünde İran, Irak ve Afganistan ile imzalanan Sadabat Paktı da bölgesel iş birliği ve karşılıklı egemenlik anlayışının somut bir tezahürüdür.

1939-1945 arası Türk dış politikası

İkinci Dünya Savaşı, Birinci Dünya Savaşı’nın devamı niteliğinde değerlendirilebilir. Türkiye, iki savaş arasında tarafsızlık ve denge politikası izlemiş, sanayileşmemiş yapısı nedeniyle savaşa doğrudan katılmaktan kaçınmıştır. Savaş başladığında da tarafsız kalmayı hedeflemiş; hem askeri gücünü hem de ekonomisini hazır tutarak “aktif izleme” politikası benimsemiştir. Türkiye’nin savaş dışı kalması, savaşın olumsuz etkilerinden tamamen korunması anlamına gelmemiş; savaşın diplomatik ve ekonomik sonuçlarından ciddi şekilde etkilenmiştir. Bu dönemde İnönü liderliğinde izlenen temkinli siyaset, Türkiye’nin savaşa sürüklenmesini önlemiştir.

1939’da İngiltere ve Fransa ile imzalanan Üçlü İttifak, Türkiye’ye hem hukuki koruma hem de manevra alanı sağlamıştır. Ancak Sovyetler Birliği ile ilişkiler, Montrö Boğazlar Sözleşmesi üzerinden yaşanan anlaşmazlıklar nedeniyle gerilimli geçmiştir. Türkiye, savaşı tarafların iç çelişkilerinden yararlanarak dışarıda kalmayı başarmış; ancak Müttefiklerin baskısıyla 1945’te Almanya ve Japonya’ya savaş ilan ederek Birleşmiş Milletler’e katılım yolunu açmıştır. Bu hamle Sovyetler tarafından yetersiz bulunmuş, savaş sonrası Türkiye-Sovyet ilişkileri gerilmiş, Türkiye güvenlik kaygısıyla ABD’ye yaklaşmıştır. Böylece Türkiye, hem savaş sırasında hem de sonrasında tarafsızlık politikasını ve göreli özerkliğini büyük ölçüde kaybetmiştir.

Sonuç

1919-1923 yılları arasında Türkiye’nin dış politikası, ulusal bağımsızlık mücadelesi odaklı, Sevr Antlaşması’nı geçersiz kılmayı ve Misak-ı Milli sınırlarını tanıtmayı amaçlayan aktif ve mücadeleci bir çizgide şekillenmiştir. Buna karşılık, 1939-1945 döneminde izlenen politika, bağımsızlığı korumak amacıyla denge kurma ve savaştan uzak durma stratejisine dayanıyordu. Kurtuluş Savaşı sürecinde Türkiye, uluslararası meşruiyet kazanmak için aktif diplomasi yürütürken, İkinci Dünya Savaşı sırasında daha temkinli ve savunmacı bir yaklaşımı benimsemiştir. Bu fark, Türkiye’nin uluslararası sistemdeki konumu ve tehdit algısındaki değişimin bir yansımasıdır.

KAYNAKÇA:

  1.  https://www.academia.edu/23461056/Bask%C4%B1n_Oran_T%C3%BCrk_D%C4%B1%C5%9F_Politikas%C4%B1_Cilt

 

Yorum Yapın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir