Bu yazı 18.04.2022 tarihinde okumuş olduğum Ömer Zeytinlioğlu tarafından yazılan ‘’Bir İnsanlık Trajedisi: Kuzey Amerika Kızılderililerinin Trajik Öyküsü’’ adlı makalenin kendi düşüncelerimle yapılmış bir tahlilidir.
Makale, iki bölümden oluşmaktadır. İlk bölümde, Avrupalı göçmenlerin Amerika kıtasına gelmeden önce orada bulunan yerlilerin durumundan ve göçten sonra Avrupalılar ile yerliler arasında yaşananlardan bahsedilmektedir. Yerliler; vücutlarını kırmızı renge boyaması nedeniyle ‘’kızılderili’’, Kristof Kolomb’un Amerika’ya ayak basınca orayı Hindistan sanması nedeniyle de ‘’Indian’’ olarak adlandırılmışlardır.
Kızılderililer, Avrupa’dan gelen göçmenler gibi gelişmiş topluluklar değillerdi. Basit bir dil konuşuyorlardı ve sözlü gelenek hakimdi. Toprağa ve hava muhalefetlerine de bağımlı olarak yaşamlarını sürdürmekteydiler. Ayrıca inançlarında Tanrı, cennet ve cehennem kavramları yer almıyordu. Kızılderililere göre dünyaya bir kuvvet hakimdi ve bu kuvvet, bütün canlılarda kendini gösterirdi. Bu kuvvet, iyi kullanıldığında iyilik doğurur; kötü kullanıldığında kötülük doğururdu. Kültür ve yaşamlarını sürdürme konularında bu kadar geri kalmalarının nedeni, kendilerinden başka hiçbir toplulukla etkileşim halinde olmamaları ve diğer toplumlardan izole olmaları olabilir. Kızılderililerin o dönemlerdeki yaşayış biçimini, insanlık daha eski dönemlerde yaşamıştır.
Avrupalı göçmenlerin kıtaya ilk gelişinde Kızılderililer, bu göçmenlerin yerleşimlerine yardım etmiş ve yiyecek ihtiyaçlarını karşılamışlardır. Bir süre sonra göçmenler, Kızılderililerin topraklarını zorla ele geçirmeye başlamıştır. Kızılderililer, Avrupalı göçmenlere göre gelişmemiş olduklarının farkında olup dostane bir şekilde anlaşmaya varmak için çaba göstermişlerdir. Ancak 1622 yılında hiç beklenmedik bir şekilde Avrupalı göçmenlerin plantasyonlarını basarak onlara saldırmışlardır. Göçmenler, bunun üzerine harekete geçmiş ve sorunu şiddet kullanarak çözmüşlerdir.
Politikacılar, Kızılderililerin göçmenlerden uygar toplum olma ve bilgi birikimlerinden yararlanma karşılığında topraklarını özgürce terk etmelerini aksi halde bir imha savaşı yaşanacağını belirtmişlerdir. Avrupalı göçmenler, Avrupa’nın baskıcı yönetiminden, din ve mezhep tartışmalarından kaçarak daha özgür bir şekilde yaşamak amacıyla Amerika’ya gelmişlerdir. Amaçları, Amerika’yı sömürgeleştirmek değil orada özgür bir dünya yaratmaktır. Ancak bu özgür dünyayı inşa ederken Amerika’nın yerlilerine özgür bir şekilde yaşam hakkı sunmamışlardır. Avrupalı göçmenlerin özgürlük ve eşitlik isteğinin Kızılderilileri kapsamadığı görülmektedir.
1600’lerden itibaren Kızılderili nüfusunda ciddi bir azalma yaşanmıştır. Toprağını terk etmeyen Kızılderililerin öldürülmesi, yerli nüfusunun azalmasında etkili olmuştur. Nüfusun azalmasına etki eden bir başka neden ise çiçek, kızamık, enflüanza gibi hastalıklardır. Amerika’ya bu hastalıkları Avrupalı göçmenler taşımıştır. Kızılderililerin bağışıklık sistemine yabancı olan bu hastalıklar, onların ölümlerine neden olmuştur.
Avrupalı göçmenler, yerli halkı yok etmek amacıyla yiyecek kaynaklarını yok etmişlerdir. Ayrıca nüfuslarının artmaması ve tam anlamıyla yerlilerin varlığını bitirmek isteği içinde olduklarından yerlileri kısırlaştırmaya başlamışlardır. Bunun yanı sıra yerlilerin kültürlerini de yok etmeye çalışmışlardır. Kızılderili çocukları asimile etmek amacıyla ailelerinden zorla alıp kimliklerini unutturmayı hedeflemişlerdir. Çocukların yerli isimleri, Hristiyan isimler ile değiştirilmiş; saç kesimi ve giyimleri Avrupa-Amerikan yaşam tarzına uygun hale getirilmiştir. Göçmenler, Avrupa’da gördükleri baskıyı başka bir kıtada oranın yerlilerine uygulamışlardır.
Makalenin ikinci kısmı, ‘’Amerika yerlilerinin, Avrupalı göçmenler tarafından maruz kaldıkları muamele soykırım olarak adlandırılabilir mi?’’ konusu üstüne yazılmıştır. Ulusal, etnik, ırksal veya dini bir grubu tamamen veya kısmen yok etme kastıyla işlenen eylemler, soykırım suçunu oluşturmaktadır. Bu bağlamda Avrupalı göçmenlerin, salgın hastalıkları bilinçli olarak bulaştırmak gibi bir niyetleri olmadığından salgın nedeniyle yerlilerin ölümü soykırım olarak adlandırılamamaktadır. Savaş içinde bulunmayan yerlilerin ölümü, de soykırım olarak adlandırılamaz çünkü asıl hedef savaş içinde bulunan yerlilerdir. Buna karşılık Kaliforniya’da Kızılderililerin etnik bir kimlik olarak yok edilme isteği ile gerçekleşen bazı katliamların, soykırım olduğu söylenebilir. Salgın hastalıklar, yerlilere kasıtlı olarak bulaştırılmadığından bu soykırım değildir ancak Avrupalı göçmenlerin, yerlilerin yiyecek kaynaklarını yok etmesi kasıtlı bir şekilde onları öldürmeye çalışmaktır. Bu durumda, soykırımdan bahsetmek mümkün olabilir. Ayrıca yerlileri asimile etme isteği, onların kültürlerinin ölümüne neden olduğu için Kızılderili geleneklerini yaşatacak kimsenin olmamasına yol açar bu da o ırkı yok etmek olarak kabul edilebilir. Nüfuslarının daha da artmaması için yapılan kısırlaştırma işlemleri de o ırkın yok olmasına neden olur. Kısırlaştırma, Avrupalı göçmenlerin bilinçli olarak yapmış olduğu bir eylemdir.
Sonuç olarak, günümüzde bir kesim Kızılderililerin yaşadıklarını, soykırım olarak kabul etmekte; diğer bir kesim ise Avrupalı göçmenlerin, yerli halka kötü davranışlarda bulunduğunu kabul etmekte ancak bunu soykırım olarak nitelendirmemektedir.
Makaleye buradan ulaşabilirsiniz.