Bu makale Birleşik Krallık’ın 2009’da kemer sıkma politikaları sonrasındaki 5 yılda Birleşik Krallık’taki sosyal yardım sisteminin ve istihdam hizmetlerini nasıl yönettiklerini inceliyor.
İngiltere’nin mali kriz sonrasında işsizlik krizini hızlı bir şekilde çözmesi bize ilginç bir durum sunuyor. Bu krizin çözülmesinde The Welfare-to-Work (WTW) yani istihdam ve eğitim programındaki reformlar, kamu sektöründeki kesintiler, devam eden işgücü piyasası esnekliği bu krizin çözülmesinin sebepleri olarak görünüyor fakat 2011’de koalisyon hükümetinin reformları sonrasında Birleşik Krallık’taki birçok kamu istihdam hizmeti programı özel istihdam bürolarına ihale edildi. Bununla beraber güvencesiz ve yarı zamanlı istihdamın artmasına neden oldu.
Temmuz 2016’da Birleşik Krallık hakkında yayınlanan bir raporda; Birleşmiş Milletler Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Komitesi, sosyal güvenlik sisteminde yapılan reformlarla ilgili bir takım derin endişelere dikkat çekti. Endişelerin nedeni ise belirli haklardaki değişiklikler ve yardım kesintileri, belirli faydaların dört yıllık dondurulması, “gerekli sürecin yokluğu” ve “etkilenenler için adalete erişiminin zor olması’’ olarak belirtilebilir.
2011’in kasım ayında Birleşik Krallık’ta sosyal güvenlik ve istihdam hizmetleri politikasını denetlemekle görevli olan Çalışma ve Emeklilik Departmanı %8,5′ olan işsizlik oranın %4,9 düştüğünü ve bunun rekor olduğunu açıkladı. Ancak bu işsizlik oranındaki toparlanmanın nedeni sosyal yardım sistemindeki bütçe kesintileriydi. Açıkçası bu durum beni şaşırttı çünkü bu yapılan iki hamle birbirleriyle zıt olarak nitelendirebilir ve işsizlik oranını düşürmek için Birleşik Krallık’ın ilk olarak sosyal yardım sisteminin bütçesini kesmesi kafamdaki Birleşik Krallık’a uymadığını söyleyebilirim. Çünkü bir yandan bir açığı kapatırken başka bir açık verilmiş oluyor.
Yazar İngiltere’de son beş yılda ve bunlar bazen Yeni İşçi Partisi altında yapılan önceki reformların yalnızca devamı ve derinleştirilmesi olarak görülse de, burada hükmün niteliğinde niteliksel değişiklikler olduğunu öne sürüyor. Bunun bir örneği olarak Universal Credit yani Birleşik Krallık sosyal yardım ödemesinden bahsediyor ve bunu caydırıcı model olduğunu söylüyor. Ben de neden sosyal yardım ödemesinin caydırıcı olarak nitelendirildiğini araştırdım ve BBC’nin Universal Credit belgeselini izledim.Universal Credit öncesi 2 haftada 1 işsizlik ödemesi artı çocuk vergi kredisi alınırken Universal Credit’te aylık ödeme yapıyor ayrıca ilk ödemeyi almadan önce geri ödemeli avans veriliyor ve sonra aydan aya ödeme yapılıyor bu aylık ödemeler ancak kiraya ve önceki borcu ödemeye yetiyor. Bu durum vatandaşları çıkmaza sokuyor diyebilirim.

İstihdam hizmetlerinin taşeronlaştırılması ve yetersiz finanse edilmesi, sosyal yardımların idaresine cezalandırıcı bir yaklaşım sunuyor ve kamu sektöründeki kesintiler güvencesiz çalışmanın yükselişine sebep oluyor. Brexitin belirsiz sonraki etkileriyle birlikte yazar kaliteli, iyi ücretli ve istikrarlı istihdam üzerine kurulu işgücü piyasasında anlamlı bir toparlanma umutlarını zayıf görüyor.
Yazar makaleyi 2 başlık altında toplamış bunlardan ilki; sansasyonel istihdam rakamlarıyla maskelenen düşük ücretli ve güvencesiz çalışma konusu. Burada yazar günde 1-2 saat çalışanların istihdam olarak gözüktüğü hatta işsizlik maaşı alanların sadece Welfare sistem içinde oldukları için istihdam olarak sınıflandırıldığını anlatıyor yani İngiltere işsizlik konusunu yüzeysel olarak ele alıyor diyebiliriz.
İkinci bölüm ise yaptırımlarla ilişkilendirilen cezalandırıcı bir mantığın, fiziksel ve psikolojik bir sağlık sorunu olarak işsizliğe odaklanan ve yüzeysel olarak önemseyen bir mantıkla birlikte nasıl işlediğidir. 2011 yılında tasarruf politikalarının parçası olarak işsizlik ve maluliyet ödeneği talep etmeyi aşırı caydırıcı bir unsur olarak kullanılmıştır. Bunun sonucu olarak işsizlikle ilgili yardım talep edenlerin sayısı ile işsizlik yaşayanların sayısı arasındaki fark yükselmiştir. Bu farkın yükselmesinin diğer sebebi ise 2012 kasımında işsizlikle ilgili yardım talebi bulunanlara en az dört hafta ve en fazla 156 hafta veya üç yıl süreyle cezalandırılabilecekleri yaptırım rejimi uygulamaya koymuş olmaları bunun bir sonucudur. Gıda bankalarının kullanımında büyük bir artış olmuştur. Son araştırmalar, yüksek yaptırım oranlarının yaşandığı bölgelerde gıda bankası kullanımında daha fazla artış yaşandığını doğruluyor. İnsanları işsiz maluliyet yardımlarından uzaklaştırmak, onları ‘işe uygun’ olarak yeniden kategorize etmek ve onları daha ‘aktif’, ‘işe hazır’ olarak kabul edildiği gözüküyor. Aslında ben de dahil birçok insanın bu konuyla ilgilenmesinin sebebi olan Daniel Blake filmi tam olarak bu soruna parmak basmıştır. Yönetmen Ken Loach, Daniel Blake isimli ciddi kalp rahatsızlığı olan 60 yaşlarında bir İngiliz vatandaşının ve gerçek bir insanın kendisine yardım edebileceği umuduyla sosyal yardım ofisine gittiğinde yardım parası alamamasını çünkü ciddi kalp rahatsızlığı olmasına rağmen işe uygun kabul edilmesini ve Daniel Blake’in devletle olan mücadelesini anlatır.
Sonuç olarak yazar işsizlik rakamlarının ötesine bakılması gerektiğini söylüyor.
Yine de yazarın bu konuda karamsar olmadığı yorumunu yapabilirim. Çünkü son zamanlarda ilerici reformların gündeme geldiği ayrıca yaptırım rejimlerinin akademisyenler tarafından ayrıntılı olarak belirlendiğini ve inceleme başlatıldığından bahsediyor. Yazar ne tür bir istihdam hizmeti sisteminin ve ne tür işgücü piyasasının insanlara hizmet edebileceği sorularının sorulması ve kısa ve orta vadeli gelecekte devreye sokulması gerektiğini söylüyor.