Kemalizm, bir diğer adıyla Atatürkçülük, Türkiye’nin çağdaş uygarlık düzeyine erişebilmesini sağlayan öğretidir. Kemalizm’in Osmanlı’nın siyasi ve hukuksal yapısıyla gergin bir ilişki içinde olduğu söylenebilir. Kemalistler, yeni rejimi daha iyi benimsemek için toplumsal yapının temelinde bulunan İslam’a ılımlı yaklaşırken, asıl gücünü ordu ve siyasetten aldı. Kemalist rejimin doğuşu ise üç ana noktadan oluşur: Rejimin savaşçı kökeni, din ile kurduğu gergin ilişki ve liberal demokrasiyle imtihanı.
Direniş fikirlerinin birleştirilmeye başlanması 19 Mayıs 1919 ile başlar. Erzurum ve Sivas Kongreleri ile Anadolu ve Rumeli direnişleri birleştirildi. Böylece halk adına hareket eden bir güç ortaya çıktı. Kemalist rejim bu mücadele içinde ortaya çıkmıştır.
Avrupa’daki otoriter rejimlerden farklı olarak Kemalizm’de, din veya kilise gibi bir sivil toplum aracının kontrolünde rejimi destekleyici bir geleneksel-toplumsal kurum olarak gündeme gelmemiştir. Bu açıdan, laiklik ilkesiyle de beraber, doğası itibariyle dinle kurduğu ilişki kendine özgüdür. Kemalist rejim, ilerici ve modernist bakış açısıyla dini başta siyasal alanda olmak üzere marjinalleştirmeye çalışmıştır.

1924 ve 1930 yıllarında olan çok partili sisteme geçiş başarılı olamamıştır. O zamanlarda muhalefetin içerisine rejime karşıt kişilerin girmesi ve tehdit oluşturmaları bu adımların gerçekleştirilmesine engel olmuştur. Bu kişiler, aynı zamanda, Batılılaşmaya da karşıydı. Bu da o zamanın halkının Avrupa’ya ve Batılılaşmaya bakış açısını gösterebilir. Fakat Kemalist rejim kararlı bir şekilde Batı’ya yakınlaşmak, Doğu’dan uzaklaşmak istiyordu. Elbet buna yönelik reformlar da yapıldı. Bunlara latin alfabesine geçiş ve şapka kanunu örnek verilebilir.
Ayrıca Mustafa Kemal Atatürk’ün rejimi Avrupa’dan başka bir yönüyle daha ayrılıyordu: Din. Avrupa siyasetinde din fazlasıyla önemliydi çünkü topluluklarını kilise ile fazlasıyla etkileyebiliyorlardı. Ancak Atatürk yönetimi bunun tam tersiydi. Dinin, yönetim ve hukuk içerisine girilmesi istenmiyordu. Bu yüzden de bu yönde laiklik gibi yeni reformlar gerçekleştirildi.

Ayrıca Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra liberal demokrasi ilkesi benimsenmişti. Bu sadece yeni rejimde değil, yıkılan diğer imparatorluklarda da uluslararası meşruiyet gibi kaygılarla öne çıktı ancak bu çok uzun sürmedi. Toplumsal ve iktisadi sorunlara karşılık verememesiyle Avrupa’da birçok ülkede liberal demokrasi, yerini faşist-totaliter rejime bıraktı. Ancak Atatürk rejimi totaliter bir rejim değildir. Cumhuriyet ve demokrasi temellidir. Atatürk bunu birçok reformuyla belli etmiştir. Daha sonraları çok partili sistem aynı Avrupa’da olduğu gibi Türkiye’de de İkinci Dünya Savaşı sonrasına bırakıldı.
Bizce bu dönem incelenirken ülkenin savaştan yeni çıktığı ve yeni bir rejimin geldiği unutulmamalıdır. Toplumla arasındaki açıklıklar, rejime karşı ayaklanmalar, ekonomik sıkıntılar, 1929 Büyük Bunalımı gibi etkenler dikkate alındığında Atatürk’ün bu dönemi gayet iyi yönettiği, her zaman ülkesinin bağımsızlığını ve çıkarlarını gözettiğini ve bize kazandırdığı şeylerin çok önemli olduğunu söyleyebiliriz.