Türk denizciliği dendiğinde aslında karşımıza geniş bir araştırma alanı ortaya çıkıyor. Türkler olarak eski tarihlerden bu yana denizcilikle uğraştık. Tarihimizde ünlü denizciler vardır. Ben ise bugün Türk denizciliğinin cumhuriyet sonrası dönemini inceleyeceğim.
Cumhuriyetin ilk dönemlerinde Osmanlı Devleti’nden devralınan gemilerin tonajına bakıldığında 14 bin
ton olduğunu görüyoruz. Gemilerin yaşları ele alındığında ise genellikle 11 ile 30 arasındaymış. Donanmanın önemli gemilerinden biri olan Yavuz Zırhlısı kullanılması zor halde uzun süredir limanda
görev almadan duruyordu. Yapılan antlaşmalar gereği Boğazlar askersizleştirilmişti. Hatta Haliç Tersanesi
donanmaya kapatılmıştı.
Bu esnada Mustafa Kemal durumun vahametini görmüş ve bunu düzeltmek için harekete geçmişti. Ancak şöyle bir durum vardı ki Mustafa Kemal yalnızdı. Örneğin ABD’ye baktığımızda ABD’de denizciliği geliştirmek isteyen dönemin başkanı Roosevelt’in yanında Alfred Mahon vardı. Almanya’da denizciliğin gelişmesini amaçlayan Kayzer 2. Wilhelm’in yanında ise Amiral Van Tirpitz vardı. Ancak Türkiye’de Fevzi Çakmak dahi durumun ciddiyetini kavrayamamıştı. Yine de Mustafa Kemal kararlıydı.
O dönem Türk Donanması için ciddi bir bütçe ayrılmıştı. Marmara’nın Gölcük bölgesinde bulunan, 3 mayın tarafından zarar görmüş ve yıllardır limanda duran, kullanılma ihtimali düşük Yavuz Zırhlısının tamir edilmesini sağlayacak 25 tonluk bir havuz inşa edilmişti. Denizcilik Bakanlığı kurulmuş ve kullanılamaz halde olan bütün gemilerin tamirleri yapılmıştı. Yeni denizaltı ve korvet siparişleri verilmişti. Türk denizciliği için bunlarla yetinilmemişti. Özellikle de kapitülasyonlara karşı 1926’da Kabotaj Kanunu çıkarılmıştı. Geçen yıl da gündeme gelen Montrö Sözleşmesi imzalanmıştı. Bu sözleşme sayesinde Boğazlar, Türk hakimiyetine geçmiş oldu. Nyon Antlaşması da Akdeniz’e geçişte Türk denizciliği için önemli bir adım olmuştu.
Mustafa Kemal’in bu çabaları sonucunda Türk Denizciliği müthiş bir ivme kazanmıştı. Ancak bu durum
Türkiye Natoya girene kadar devam etti. Natoya girişten sonra Türk Donanması ‘’Nato ihtiyaçlarına göre
konuşlandırılma’’ adı altında açık denizlerden uzaklaştırıldı. Türk Donanması Karadenize yönlendirilmiş bu
esnada ise Ege ve Akdenizde Yunanistana geniş bir manevra alanı sağlanmıştır. Daha sonra Yunanistan bu bölgelerde hak iddia etmeye başlamış. Ancak Kıbrıs sorunu vesair durumlar devreye girince Türk
Donanması tekrar Ege ve Akdenize açılmış. Kıbrıs meselesi önemliydi. Kıbrıs adasında Kıbrıs türklerine
yapılan zulüm kabul edilemezdi. Bu yüzde Türk Donanması Akdenize inmek zorunda kaldı ve Kıbrıs Barış
Harekatı oldu. Harekatın ardından Türkiye baskıya uğradı. ABD’nin uyguladığı silah ve yedek parça ambargosu Türk Silahlı Kuvvetlerini etkilemiş. Deniz Kuvvetleri açısından bakacaksak muhrip ve denizaltılar savaşa hazırlık konusunda ciddi bir şekilde etkilenmiş. Bu ambargolar karşısında kuvvet güçlendirme vakıfları kurulmuş ve ardından yeni strateji geliştirilmiş. O da milli savunma sanayisidir. Bilgisayar teknisyenleri alındı ve AR-GE çalışmalarına başlandı. Mezun olan deniz subayları yurtdışına gönderilmiş ve bu subayların orada mühendislik eğitimlerine devam etmeleri sağlandı. Ayrıca 1998 yılında Araştırma Merkezi Komutanlığı kurulmuş. Bu komutanlık milli kabiliyetler için araştırmalar yapıyordu. Bu komutanlığın kurulmasında 2003 yılında Deniz Kuvvetleri Komutanı olan Özden Örnek’in etkisi önemliydi. Kendisi 2 yıl Kuvvet Komutanlığı yapmıştı. Ancak bu süre içinde 50’nin üzerinde gemi ve ana sistemin milli üretimle Türk Deniz Kuvvetlerine kazandırılmasında imzası varmış.
Hatta 2003 ile 2005 yılları arasına ‘’Türk Deniz Kuvvetleri’nin Altın Yılları’’ denilmektedir.
Deniz Kuvvetleri Ege ve Akdeniz’e inebilmek için Karadeniz’de Nato’ya karşı Türkiye’nin deniz
komşularıyla iş birliği yapılmış. Ardından Karadeniz Uyumu Harekatı yapılarak Karadeniz güvenceye
alınmak istendi. Tabi o esnada Doğu Akdeniz’de hidrokarbon varlığının keşfedilmesinin akabinde Güney
Kıbrıs Rum Yönetimi hukuksuz bir şekilde MEB yayınlamıştır ve Türk kıta sahanlığına dahi girmeye
çalışmıştır. Türkiye hemen 2006 yılında Akdeniz Kalkanı Harekatını icra etmiştir. Bu sayede Türk gemileri Türk kıta sahanlığının sınırlarını Rumlar’a göstermiş oldu.
Türkiye’nin bu hamlelerine karşı ABD de harekete geçmiş ve 2007 yılında Türk Silahlı Kuvvetlerinde Nato
karşıtı subaylar Ergenekon, Balyoz, Poyrazköy, Kafes, Casusluk vebenzeri kumpaslarla hapse atıldı.
Böylece Türk Denizciliği darbe almış oldu. Ancak bu durum 15 Temmuz 2016 tarihine kadar devam etti.
15 Temmuz 2016’da amerikancılar darbe yapmaya kalkınca halk direndi ve bu kalkışmayı başarıyla
defetti. Bu gelişmeden sonra Mavi Vatan mücadelesi kaldığı yerden devam etti.
Donanma 2019 yılında ilk kez üç denizde ortak tatbikat düzenledi. Bu tatbikatın adı da Mavi Vatan
tatbikatıydı. Ardından cumhuriyetin en büyük tatbikatı olarak nitelendirilen Denizkurdu Tatbikatı yapıldı.
Ardından Türkiye’nin ilk çok maksatlı amfibi çıkarma gemisi TCG Anadolu’nun yapımına başlanmış.
Atmaca füzesi üretilmiş ve Türk Deniz Kuvvetleri’ne teslim edilmiş. Ardından Okya ve Akya torpidoları da
teslim edilmiş. GENESİS ve ADVENT adındaki komuta kontrol sistemleri türk subaylarının yönetimine
verilmiş. Daha sonra Libya ile Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasına İlişkin Mutabakat Muhtırası
imzalanmış. Bu sayede ülkemizin Doğu Akdenizdeki batı sınırı çizilmiş oldu.
Halihazırda Türkiye özellikle Doğu Akdeniz ve Ege’de Yunanistanla ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimiyle
sorunlar yaşamaktadır. Ve bu sorunlarla mücadelede Türk Deniz Kuvvetlerinin bugünkü gücü önemli bir
faktördür.
Görüldüğü üzere Türk Denizciliği Cumhuriyet Sonrası dönemde ciddi badireler atlatmıştır ve günümüzde
güçlü bir hale gelmiştir.